30 Mayıs 2020 Cumartesi

Ahmet Rasim - Falaka


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hande Çetin Ongun

Basım Tarihi: Mayıs, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Osmanlı’da çocuk olmak ne demekti? Çocuklar nasıl yetiştirilir, nasıl okula başlar ve nasıl bir eğitim alırlardı? Ahmet Rasim Falaka’da kendisinin çocukluktan ilk gençliğine uzanan hatıraları eşliğinde bu soruların cevaplarını verir. Fatih’teki Sofular Mektebi’nde başladığı ve Darüşşafaka’da tamamladığı eğitimini anlatırken bir yandan da 19. yüzyıl İstanbul’unun gündelik hayatını ve çocukluğunu tasvir eder. Reşat Ekrem Koçu’nun ifadesiyle, Ahmet Rasim’in yazılarında İstanbul, manzaraları ve insanlarıyla sesli ve renkli bir film halinde akar. Falaka da bu filmin en renkli sahnelerini barındırıyor.

Ahmet Rasim (1865-1932): İstanbul üzerine yazdığı yazılarıyla “Şehir Mektupçusu” unvanını alan Ahmet Rasim, Türk edebiyat ve gazeteciliğinin oldukça üretken ve şöhretli simalarındandır. İstanbul’da doğan Ahmet Rasim, babası henüz o doğmadan evi terk ettiğinden annesi Nevber Hanım tarafından ve eniştesinin de yardımlarıyla oldukça zor şartlarda yetiştirildi. Mahalle mekteplerinde başlayan öğrenim hayatını Darüşşafaka’da tamamladı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Posta ve Telgraf Nezareti’nde memur olarak çalışırken bir yandan da Ahmet Mithat’ın gazetesi Tercüman-ı Hakikat’te yazmaya başladı. Hüseyin Rahmi’yle Boşboğaz adlı mizah dergisini çıkardılar. Savaş muhabirliği de yapan Ahmet Rasim, Balkan Savaşı sırasında Sofya’ya, Birinci Dünya Savaşı’nda da Romanya cephesine gitti. 1927’de İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu müziği Darüşşafaka’da öğrenciyken Zekai Dede’den aldığı musiki dersleriyle geliştirdi. Pek çoğunun güftesi kendisine ait olan altmıştan fazla şarkı besteledi. Yazarlık mesleğini hayatının sonuna kadar sürdüren Ahmet Rasim hikâye, roman ve hatıra türlerinden gazete yazılarına, tarih ve okul kitaplarına kadar çok çeşitli alanlarda eserler ortaya koydu. Herhangi bir edebi akıma girmemiş, siyasi ve edebi tartışmalardan uzak, halkı bilgilendirmeyi amaç edinmiş yazarlardandır. Ceride-i Havadis, Basiret, Tasvir-i Efkâr, Sabah, İkdam, Akşam, Cumhuriyet gibi gazetelerde gözleme dayalı, İstanbul hayatını bütün renkleriyle yansıtan, yalın ve güzel Türkçesiyle yazdığı yazılarla şöhret bulmuş, sevilerek takip edilmiştir.


Yorumum:

Merhaba,
Her ayın başlangıcında olduğu gibi, bu ayda ağır aksak okumalara başladım bakalım. Nedense her ayın ilk paylaşımları ağır ağır geliyor. Son günlerde ise bir güne iki adet gönderi paylaştığım bile oluyor.

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğum Ahmet Rasim'den okula yani mahalle mektebine ve ardından Darüşşafaka'ya gitmesinin anılarından oluşan Falaka kitabını bitirip geldim. #türkklasikleriserisi17

İsmi bile insanı ürküten kitapta yazarın o yıllarda falakadan ne kadar korktuğunu, seyrederken bile dayağı yemiş kadar etkilendiğini okuduk. Osmanlı'daki eğitim ve okulların sistemini çok ayrıntılı gördük. Dayaktan ölen çocuklar olduğunu okumak ve buna karşın hocaların bu çocukların ölümlerinden ceza almadan işlerine devam ettiğini okumak bende çok kötü etkiler bıraktı. Darüşşafaka'da bile dayağın olduğunu okumak içimi sızlattı.

Yazarın akıcı üslubu ve günümüz Türkçe'sine ustaca çevrilmesi sayesinde rahatça okundu bitti.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.

Safveti Ziya - Salon Köşelerinde


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Nuri Akbayar

Basım Tarihi: Nisan, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Safveti Ziya’nın ilk romanı olan Salon Köşelerinde 1898’de Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, sansürün hışmına uğramıştır. Yazar, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra sansürün çıkardığı bölümleri ekleyerek, romanını asıl biçimiyle 1912’de kitap olarak yayımlamıştır. Otobiyografik özellikler de taşıyan Salon Köşelerinde yüzyıl başında gündelik yaşamdaki Batılılaşmayı yansıtması açısından önemli bir eserdir. Tahir Alangu’nun nitelemesiyle “Türkiye’de yabancı aileler çevresindeki bir Türk’ün yaşayışını tasvir etmesi bakımından bütün o dönem romancılarının eksik bıraktıkları bir tarafı başarıyla tamamlamaktadır.”

Safveti Ziya (1875-1929): Servet-i Fünun edebi topluluğuna bağlı roman, öykü ve oyun yazarlarındandır. Tanzimat dönemi maliye ve evkaf nazırlarından Musa Safveti Paşa’nın torunu, Maadin (madenler) Müdürü Ahmet Ziya Bey’in oğludur. Dedesi ve dedesinin babası Kırımlı Ebubekir Rıfat Efendi şairdi. Safveti Ziya İstanbul’da doğdu. 1892’de Mekteb-i Sultani’yi bitirdi. Hariciye Nezareti’nde kâtip olarak başladığı resmi görevinde Cumhuriyet döneminde teşrifat umum müdürlüğüne kadar yükseldi. Bir ara Şûra-yı Devlet üyeliğinde de bulundu. 1929’da Büyükada’da Yat Kulübü’nde verilen bir baloda kalp sektesinden öldü. Edebiyat yaşamına Servet-i Fünun dergisinde öyküler yazarak başlayan Safveti Ziya’nın ilk romanı Salon Köşelerinde 1898’de gene bu dergide tefrika edildi. Aynı yıllarda Yıldız Böcekleri adlı romanı Resimli Kitap dergisinde tefrika edilmeye başlandıysa da yarım kaldı. Servet-i Fünun döneminde kaleme aldığı öykülerini Bir Tesadüf, Bir Safha-i Kalp, Hanım Mektupları ve Kadın Ruhu adlarıyla kitaplaştırdı. Bundan sonra yazdığı öykülerini ise Silinmiş Çehreler Beliren Simalar adlı kitapta topladı. 1890’larda Beyoğlu’ndaki eğlence dünyasını konu aldığı Haralambos Cankiyadis adındaki oyunu döneminde beğenildi ve tiyatro tekniği bakımından da başarılı bulundu. 1911’de Ziya adıyla bir de günlük gazete çıkaran Safveti Ziya’nın son kitapları olan Adab-ı Muaşeret Hasbihalleri ile Nasıl Giyinmeli ise Hariciye Nezareti’ndeki görevinin bir uzantısı olduğu kadar edebi eserlerine de yansıyan yaşam biçiminin bir ifadesi sayılabilir.


Yorumum:

Merhaba,
Yılın son günlerinde geri sayım başladı yeni yıla doğru. Bende artık son yorumları son paylaşımları planlarken eldeki gün sayısının yetmeyeceğini düşünerek bu vakitte bir yorum yazayım da yetişsin Aralık ayı etkinlikleri dedim.
Safveti Ziya'dan Salon Köşelerinde yorumuyla geldim bu akşam. @okuyan_kadinlar_kulubu #türkklasikleriserisi etkinliği ile okuduk bu eseri.
Birazcık kitabı anlatarak bir yorum olacakki, rahatsız olabilecek olanlar varsa bu cümleden sonrasını okumasın.
Zaten kitabın başı hikayenin sonu ile başladığından aslında spoiler vermek gibi de olmayacak. Kitabımızın başında Şekip ölmüş ve kendi hikayesini yazmış arkadaşına göndermiştir.
Şekip işgal altındaki İstanbul'da yaşayan (ki bunu kitabın sonunda anlıyoruz) sürekli bu şehirdeki yabancılarla yemekler ve danslı toplantılarda vakit geçiren, eğitimli ve popüler bir Türk gencidir. Dans etmeyi pek sever ve yeni dansları yabancı hanımlar ona öğretmek için özel toplantılar bile düzenlerler. Ve bir toplantıda Lydia ile tanışır ve o andan itibaren, bu yumuk yüzlü, süzük gözlü, minimini elleri olan Lydia'ya önlenemez bir şekilde aşık olur. Lydia Şekip'le alay eder görünmekle birlikte küçük sinyallerle onun kendisinden kopmasını da engellemektedir. Bir naz bir naz sormayın gitsin.
Zamanla iki genç yakınlaşır. Şekip içten içten büyük bir aşk yaşamaktadır ki Lydia ailesi ile ülkesine dönmek için ani hazırlıklara başlar. Şekip'e de gelmesini söyler ama Şekip bir silkinir ve (burası beni çok şaşırttı, kitap boyunca valsle vakit geçiren, Lydia'dan başka bir şey düşünmeyen Şekip birden milliyetçi bir Türk genci oluyor) "vatan mahvoluyor, biz esaret zincirleri altındayız..." şeklinde konuşmaya başlıyor.
Bu şekilde kitabı anlattığım için kusura bakmayın, huyum değildir normalde ama tüm kitabın içeriğinden sonra sonu beni gerçekten şaşırttı. Şekip'in vatan sevgisi değil şaşırtan, kitap boyunca bu konu geçmemişken birden konunun buraya gelmesinden dolayı.
Bu kitap bana Osmanlı İstanbul'unun bu yüzü hakkında hiç bilgi sahibi olmadığımı gösterdi.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.