30 Mayıs 2020 Cumartesi

Ahmet Rasim - Falaka


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hande Çetin Ongun

Basım Tarihi: Mayıs, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Osmanlı’da çocuk olmak ne demekti? Çocuklar nasıl yetiştirilir, nasıl okula başlar ve nasıl bir eğitim alırlardı? Ahmet Rasim Falaka’da kendisinin çocukluktan ilk gençliğine uzanan hatıraları eşliğinde bu soruların cevaplarını verir. Fatih’teki Sofular Mektebi’nde başladığı ve Darüşşafaka’da tamamladığı eğitimini anlatırken bir yandan da 19. yüzyıl İstanbul’unun gündelik hayatını ve çocukluğunu tasvir eder. Reşat Ekrem Koçu’nun ifadesiyle, Ahmet Rasim’in yazılarında İstanbul, manzaraları ve insanlarıyla sesli ve renkli bir film halinde akar. Falaka da bu filmin en renkli sahnelerini barındırıyor.

Ahmet Rasim (1865-1932): İstanbul üzerine yazdığı yazılarıyla “Şehir Mektupçusu” unvanını alan Ahmet Rasim, Türk edebiyat ve gazeteciliğinin oldukça üretken ve şöhretli simalarındandır. İstanbul’da doğan Ahmet Rasim, babası henüz o doğmadan evi terk ettiğinden annesi Nevber Hanım tarafından ve eniştesinin de yardımlarıyla oldukça zor şartlarda yetiştirildi. Mahalle mekteplerinde başlayan öğrenim hayatını Darüşşafaka’da tamamladı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Posta ve Telgraf Nezareti’nde memur olarak çalışırken bir yandan da Ahmet Mithat’ın gazetesi Tercüman-ı Hakikat’te yazmaya başladı. Hüseyin Rahmi’yle Boşboğaz adlı mizah dergisini çıkardılar. Savaş muhabirliği de yapan Ahmet Rasim, Balkan Savaşı sırasında Sofya’ya, Birinci Dünya Savaşı’nda da Romanya cephesine gitti. 1927’de İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu müziği Darüşşafaka’da öğrenciyken Zekai Dede’den aldığı musiki dersleriyle geliştirdi. Pek çoğunun güftesi kendisine ait olan altmıştan fazla şarkı besteledi. Yazarlık mesleğini hayatının sonuna kadar sürdüren Ahmet Rasim hikâye, roman ve hatıra türlerinden gazete yazılarına, tarih ve okul kitaplarına kadar çok çeşitli alanlarda eserler ortaya koydu. Herhangi bir edebi akıma girmemiş, siyasi ve edebi tartışmalardan uzak, halkı bilgilendirmeyi amaç edinmiş yazarlardandır. Ceride-i Havadis, Basiret, Tasvir-i Efkâr, Sabah, İkdam, Akşam, Cumhuriyet gibi gazetelerde gözleme dayalı, İstanbul hayatını bütün renkleriyle yansıtan, yalın ve güzel Türkçesiyle yazdığı yazılarla şöhret bulmuş, sevilerek takip edilmiştir.


Yorumum:

Merhaba,
Her ayın başlangıcında olduğu gibi, bu ayda ağır aksak okumalara başladım bakalım. Nedense her ayın ilk paylaşımları ağır ağır geliyor. Son günlerde ise bir güne iki adet gönderi paylaştığım bile oluyor.

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğum Ahmet Rasim'den okula yani mahalle mektebine ve ardından Darüşşafaka'ya gitmesinin anılarından oluşan Falaka kitabını bitirip geldim. #türkklasikleriserisi17

İsmi bile insanı ürküten kitapta yazarın o yıllarda falakadan ne kadar korktuğunu, seyrederken bile dayağı yemiş kadar etkilendiğini okuduk. Osmanlı'daki eğitim ve okulların sistemini çok ayrıntılı gördük. Dayaktan ölen çocuklar olduğunu okumak ve buna karşın hocaların bu çocukların ölümlerinden ceza almadan işlerine devam ettiğini okumak bende çok kötü etkiler bıraktı. Darüşşafaka'da bile dayağın olduğunu okumak içimi sızlattı.

Yazarın akıcı üslubu ve günümüz Türkçe'sine ustaca çevrilmesi sayesinde rahatça okundu bitti.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.

Safveti Ziya - Salon Köşelerinde


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Nuri Akbayar

Basım Tarihi: Nisan, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Safveti Ziya’nın ilk romanı olan Salon Köşelerinde 1898’de Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, sansürün hışmına uğramıştır. Yazar, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra sansürün çıkardığı bölümleri ekleyerek, romanını asıl biçimiyle 1912’de kitap olarak yayımlamıştır. Otobiyografik özellikler de taşıyan Salon Köşelerinde yüzyıl başında gündelik yaşamdaki Batılılaşmayı yansıtması açısından önemli bir eserdir. Tahir Alangu’nun nitelemesiyle “Türkiye’de yabancı aileler çevresindeki bir Türk’ün yaşayışını tasvir etmesi bakımından bütün o dönem romancılarının eksik bıraktıkları bir tarafı başarıyla tamamlamaktadır.”

Safveti Ziya (1875-1929): Servet-i Fünun edebi topluluğuna bağlı roman, öykü ve oyun yazarlarındandır. Tanzimat dönemi maliye ve evkaf nazırlarından Musa Safveti Paşa’nın torunu, Maadin (madenler) Müdürü Ahmet Ziya Bey’in oğludur. Dedesi ve dedesinin babası Kırımlı Ebubekir Rıfat Efendi şairdi. Safveti Ziya İstanbul’da doğdu. 1892’de Mekteb-i Sultani’yi bitirdi. Hariciye Nezareti’nde kâtip olarak başladığı resmi görevinde Cumhuriyet döneminde teşrifat umum müdürlüğüne kadar yükseldi. Bir ara Şûra-yı Devlet üyeliğinde de bulundu. 1929’da Büyükada’da Yat Kulübü’nde verilen bir baloda kalp sektesinden öldü. Edebiyat yaşamına Servet-i Fünun dergisinde öyküler yazarak başlayan Safveti Ziya’nın ilk romanı Salon Köşelerinde 1898’de gene bu dergide tefrika edildi. Aynı yıllarda Yıldız Böcekleri adlı romanı Resimli Kitap dergisinde tefrika edilmeye başlandıysa da yarım kaldı. Servet-i Fünun döneminde kaleme aldığı öykülerini Bir Tesadüf, Bir Safha-i Kalp, Hanım Mektupları ve Kadın Ruhu adlarıyla kitaplaştırdı. Bundan sonra yazdığı öykülerini ise Silinmiş Çehreler Beliren Simalar adlı kitapta topladı. 1890’larda Beyoğlu’ndaki eğlence dünyasını konu aldığı Haralambos Cankiyadis adındaki oyunu döneminde beğenildi ve tiyatro tekniği bakımından da başarılı bulundu. 1911’de Ziya adıyla bir de günlük gazete çıkaran Safveti Ziya’nın son kitapları olan Adab-ı Muaşeret Hasbihalleri ile Nasıl Giyinmeli ise Hariciye Nezareti’ndeki görevinin bir uzantısı olduğu kadar edebi eserlerine de yansıyan yaşam biçiminin bir ifadesi sayılabilir.


Yorumum:

Merhaba,
Yılın son günlerinde geri sayım başladı yeni yıla doğru. Bende artık son yorumları son paylaşımları planlarken eldeki gün sayısının yetmeyeceğini düşünerek bu vakitte bir yorum yazayım da yetişsin Aralık ayı etkinlikleri dedim.
Safveti Ziya'dan Salon Köşelerinde yorumuyla geldim bu akşam. @okuyan_kadinlar_kulubu #türkklasikleriserisi etkinliği ile okuduk bu eseri.
Birazcık kitabı anlatarak bir yorum olacakki, rahatsız olabilecek olanlar varsa bu cümleden sonrasını okumasın.
Zaten kitabın başı hikayenin sonu ile başladığından aslında spoiler vermek gibi de olmayacak. Kitabımızın başında Şekip ölmüş ve kendi hikayesini yazmış arkadaşına göndermiştir.
Şekip işgal altındaki İstanbul'da yaşayan (ki bunu kitabın sonunda anlıyoruz) sürekli bu şehirdeki yabancılarla yemekler ve danslı toplantılarda vakit geçiren, eğitimli ve popüler bir Türk gencidir. Dans etmeyi pek sever ve yeni dansları yabancı hanımlar ona öğretmek için özel toplantılar bile düzenlerler. Ve bir toplantıda Lydia ile tanışır ve o andan itibaren, bu yumuk yüzlü, süzük gözlü, minimini elleri olan Lydia'ya önlenemez bir şekilde aşık olur. Lydia Şekip'le alay eder görünmekle birlikte küçük sinyallerle onun kendisinden kopmasını da engellemektedir. Bir naz bir naz sormayın gitsin.
Zamanla iki genç yakınlaşır. Şekip içten içten büyük bir aşk yaşamaktadır ki Lydia ailesi ile ülkesine dönmek için ani hazırlıklara başlar. Şekip'e de gelmesini söyler ama Şekip bir silkinir ve (burası beni çok şaşırttı, kitap boyunca valsle vakit geçiren, Lydia'dan başka bir şey düşünmeyen Şekip birden milliyetçi bir Türk genci oluyor) "vatan mahvoluyor, biz esaret zincirleri altındayız..." şeklinde konuşmaya başlıyor.
Bu şekilde kitabı anlattığım için kusura bakmayın, huyum değildir normalde ama tüm kitabın içeriğinden sonra sonu beni gerçekten şaşırttı. Şekip'in vatan sevgisi değil şaşırtan, kitap boyunca bu konu geçmemişken birden konunun buraya gelmesinden dolayı.
Bu kitap bana Osmanlı İstanbul'unun bu yüzü hakkında hiç bilgi sahibi olmadığımı gösterdi.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.

28 Mayıs 2020 Perşembe

Stefan Zweig - Korku

Merhaba,

Sabah 5.30'da kalkıp, balkonun camlarını açıp akasya  ve ıhlamur kokusunu derin derin içime çektim. Ve düşündüm. Son yıllarda ne güllerin kokusunu alabiliyordum, ne akasyanın ne de mis gibi adını bilmediğim otun, çiçeğin, ağacın. Sebep egzoz kokusu ile dolan burnumuzun koku algısı gittikçe azalmış. Şimdi haftanın tek dış aktivitesi markete giderken önce apartmanın bahçesindeki gül kokuları karşılıyor beni, sonra kentimizde bolca olan ıhlamurlar ve akasyaların kokusu bir meltem gibi usul usul geliyor. Buradan nasıl kitaba bağlayacağım tahmin etttiniz mi?

Evet korona virüsüne yakalanma korkusuyla evlere kapandığımız şu günlerde, hepimiz korku duygusunu çok yakından tanıdık, hissettik. Belki konu olarak bize uzak olan bir korku yaşıyor kitabın kahramanı ama  temel olarak korku ele alındığında neye karşı duyarsanız duyun hemen hemen aynı aşamaları yaşıyoruz. 

Irene önce panik oluyor, farkettirmemeye çalışsa da allak bullak oluyor, eli ayağına dolaşıyor. Sonra farkındalık yaşıyor, daha önce hayatında olan ama değer vermediği şeyler dikkatini çekiyor, aslında ne kadar güzel bir hayatı olduğunu bunu amaçsızca, savurganca yaşadığının farkına varıyor. Sonra çaresizlik hissediyor. Elinden akıp giden hayatı ve tutamamanın, düzeltememenin ızdırabını yaşıyor.

Ben bir son yazmıştım Irene'e ve o sona doğru hızla ilerlerken birden yazar beni şaşırttı. Hiç böyle bir son beklemiyordum doğrusu.

İnsan psikolojisinin yine derinlerine daldım bu kısacık kitapta. Kitap başka bir şey antlattı ben başka bir şey düşündüm. Yorumu yazarken bazen birinci çoğul şahıs kullanıyorum bunu farkettim. O kişi kim bilmiyorum🤣. Ama şunu söyleyebilirim her ne kadar @okuyan_kadinlar_kulubu #heraybirmodern etkinliği için okumuş olsam da tek okudum. Biz kimiz🤷‍♀️ arada kaçıyor yorumda tırsıyorum kendimden😱

Görüşmek üzere🥰

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Mayalı Poğaça


Merhaba,

Mutfak maceralarımı daha önce özetlemiştim. 30 yaşa kadar mutfakta malzemelerini annemin hazırladığı çorbayı karıştırmak, içini annemin hazırladığı dolmayı sarmak, hamurunu ve açmasını annemin hazırladığı mantıyı kapamak dışında bir işlevi olmayan annemin yoğun zamanlarında devreye soktuğu bir nevi otomatik yamak gibi bir şeydim. Bu yemekler nasıl yapılıyor, içine ne giriyor, ne ben sorardım ne annem anlatırdı.  

Sonra hayat beni doğduğum şehir Ankara'da bir otelde Ön Kasa Şefiyken önce Ağrı'ya öğretmen olarak gönderdi, kendi evimde yemek yapmaya başladım. Sonra evlendirdi. Misafirlerime omlet kıvamında kekler ikram ettim (neden ikram ediyorsun, yenisini yap değil mi). Sonra bir meslek lisesinin mutfak atölyesinde öğretmen olarak atadı (o sırada artık geneli el işine dayalı, bir blogda yemek tariflerine de yer veriyordum, şimdiki gibi).

Sonuçbugün mutfağa girdiğimde %90 başarılı olurum. %10 luk kısmı nazar payı bıraktım.

Bugün bir poğaça tarifi vereceğim. Aslında benim klasik tarifim yumuşacık olmasından ve kolay yapılmasından dolayı Sodalı Poğaça'dır. Onun burada tarifi yok, daha sonra yazarım. Buraya da link atarım. Ama malum koronadan dolayı sadece haftada bir market alışverişi yaptığımdan bir şişe sodayı saklamıştım poğaça yapmak için. Kızım da onu bulup içmiş, bir mayala yan yana durduğu halde. Bende poğaça yapmak için o kadar şartlandırmışım ki kendimi, alternatif tarif arayışlarına girdim. Öncelikle tariftekinden farklı davrandığım için kendi uyguladığımı vereceğim, sonuçta başarılı bir sonuç aldım. Aslında tarif hep ikinci planda önemli olan teknik diyorum.

Aşağıdaki tarif orijinal tariften farklıdır, ölçüler azdı, çoğalttım, bazı yerleri kendime göre tamamen farklı yaptım. 

Malzemeler ve Yapılışı: (malzemeleri oda sıcaklığına gelmeleri için önceden buzdolabından çıkarınız)

Ön Mayalama (bu mayalama şekli son iki yıl sanırım  karşıma çıkan bir teknik, varsa bile eskiden yazmıyorlardı, ilk kim yazdıysa sağ olsun)

1,5 çay bardağı ılık su,
1 paket instant maya 
1,5 yemek kaşığı şeker bir tel çırpıcı yardımıyla maya eriyene kadar karıştırılır

Maya eriyince yaklaşık 1,5 çay bardağı un kontrollü olarak bu karışıma eklenir ve kek kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak, üstü kapatılır.

15 dakika mayanın aktifleşmesi için bekletilir. 

(Ben kapaklı mayalama kabı kullanıyorum, son derece pratik oluyor. Mutfakta olması gerekenlerden).

İkinci aşama:

-75 gr tereyağını tavada çok ısıtmadan eritelim (hatta kaynayan bir suyun üzerinde benmari gibi eritilebilir)
- Tereyağının içine 1 çay bardağı sıvı yağ
-1,5 çay bardağı süt
-2 yemek kaşığı yoğurt
-2 yumurta akı, bir yumurta sarısını (1 yumurta sarısını üzeri için ayırıyoruz) ekleyip karıştıralım ve mayalı karışımla karıştıralım (silikon ya da tahta spatula ile) 
(burada bir püf noktası söyleyeyim karışım una doyma noktasına gelene kadar elinizle yoğurmaya hiç gerek yok, spatula ile yapabildiğiniz yere kadar devam edin)

- Aldığı kadar unu kontrollü bir şekilde ilave edin, 

- İlk un eklemesinden sonra 1 tatlı tuzu ilave edin. (ben tuz ve mayayı direk karşılaştırmıyorum hamur işi yaparken unun arasında çaktırmadan ilave ediyorum)

Ele yapışmayan güzel bir hamur oluyor. Bu hamuru üzerini kapatarak en az 40 dakika mayalıyoruz.

Şekillendirme:

İç harcını ben beyaz peynir olarak kullandım, tercihinize göre farklı harçlar kullanabilirsiniz

Öncelikle hamurdan istediğiniz büyüklükte bezeler alarak tezgahınıza hepsini hazırlayın

Sonra bezelerinizi elinizde hafifçe açarak iç harcınızı koyun ve şekillendirin (ben yuvarlak yaptım ama piştikten sonra fark ettim ki pastane poğaçası şeklinde şekillendirmeye yakışacak bir hamurmuş.

Tepsi konusunda bir ara not düşmek istiyorum. Eğer yapışmaz tepsilerden kullanıyorsanız yağlı kağıt kullanmaya gerek bile yok, yağlı bir hamur. Yapışmıyor. Ben bir tepsiyi yağlı kağıtla, birini direk kullandım. Sonuç aynı.

Hepsini şekillendirdikten sonra ayırdığımız yumurta sarısına biraz hafifletmek amacıyla 1 tatlı kaşığı yoğurt koyarak hafifçe karıştırıyoruz ve bir fırça yardımıyla poğaçalarımızın üzerine sürüyoruz. 

Bir 30 dakika tepsi mayası yapıp önceden ısttığımız fırınımızda 200 derecede pişiriyoruz. Dakika tutmadım herkesin farklı fırın randımanı var benimkinde yaklaşık yarım saat. 

Kolay gelsin, afiyet olsun. 

21 Mayıs 2020 Perşembe

Seçil Çömlekçi - Bizimkisi Bir Ah Hikayesi


Merhaba,

❤Bugün sayfamın konuğu kahkahası bol, ilaç gibi bir kitap. Seçil Çömlekçi'den Bizimkisi Bir Ah Hikayesi. 

💛Kızımız Bade, pek çok aşk acısı çekmiş, evliliğe bir türlü yaklaşamamıştır. Son sevgilisi Arda'yı tehdit ve baskıyla tam evlenme teklif etmeye ikna (!) etmiştir ki, kurulmamış yuvanın bozucusu birinin omuz darbesiyle Arda ve elindeki yüzük toz olup uçuverir. Şanssızlığın böylesi😱

🤎Bade kötü talihin sebebini düşünürken aileden birinin ah'ının ona miras kaldığına inanır ve araştırmaları onu ebesine götürür. Ve ebesinin torunu (ki bu kim söylesem çok şaşırırsınız, o yüzden söylemiyorum) ile konuyu araştırmak için köylerine doğru bir yolculuğa çıkarlar. 

💜Bu yolculukta Bade torun beyin gözünden başlayarak bütününe doğru bir fark edişe doğru ilerler. 

💚Çok sık yüksek sesle kahkaha attığımı fark ederek okudum. Ve daha çok güldüm. Çünkü Bade kesinlikle bunu yapar diye tahminde bulunabileceğiniz bir karakter değil, hatta başkası adına utanma huyunuz varsa Bade yaparken siz saklanacak köşe arayabilirsiniz.

💙Arada yer verilen bir iki olayla, aslında Bade'nin başkalarının acıları karşısında duyarlı bir birey olabildiğinin işareti verilmiş olsa da kendi söz konusu olduğunda o davranışlar, konuşmalar🤣

💕💕💕yazarımız @secilcomlekcii ye bu güzel hediyesinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Kaleminiz daim, bizim kahkahamız bol olsun.

Not: Tam bir yaz kitabı, sahiller haziranda açılacak deniyor, plaj çantanıza atıp, denizin tadını çıkarabilirsiniz sosyal mesafe sınırlarında🏖🌊😷🩱⛵

Görüşmek üzere 🤍🖤💙💚💜🤎💛❤ 

15 Mayıs 2020 Cuma

Lidya Nasman Kitapları


Lidya Naman Kitapları



Yazarın güncel yazılarına sitesinden ulaşabilirsiniz.

Lidya Nasman - Gölgelerin Güncesi


#1kitap3kapak

Konusu:

Bütün olan bitenleri ve gelecekte olacakları değiştirebilecek gücün olsaydı ilk neyi değiştirirdin? Kendini mi yoksa başkalarını mı? Cevap verirken cesur ol! Başına gelenlerden sen mi sorumlusun yoksa başkaları mı? Kimseye göstermek istemediğin bir yüzün var biliyorum. Benim de var.

Carl Jung kendimize sakladığımız bu karanlığa ‘Gölge arketipi’ diyor. Kendi içimizdeki çatışmayı ve bastırılmış kişiliğimizi temsil eden, aydınlığa çıkmasını istemediğimiz, herkesten saklamak için çaba sarf ettiğimiz karanlık tarafımız… Gölgemizi baskılayıp görmezden geldikçe, içimizdeki karanlık o kadar yıkıcı ve tehlikeli bir hal alıyor. Kendimizi görmezden geldikçe bir yabancıya dönüşüyoruz ve bunun farkına bile varmıyoruz. 

Ne yazık ki hayal ettiğin ve olmak istediğin kişi değilsin. Ben de değilim. Hiçbirimiz değiliz. Şimdi tekrar soruyorum. Bütün olan biteni ve gelecekte olacakları değiştirebilecek gücün olsaydı ilk neyi değiştirirdin? Sen düşünürken ben cevap vereyim. Hiçbir şeyi. Çünkü henüz gölgemle yüzleşecek cesaretim yok. Önce hiç peşimi bırakmayan karanlığımın adını koymam lazım. Kim olduğumu, neden dünyada olduğumu bulmam lazım. Sen de cevap verirken acele etme. Çünkü gölgenin adını koymak için önce içindeki seni kabul edecek cesaretin olması gerekir.


Yorumum:

Merhaba,

İlk kitabı Aklı Üç Karış Havada'da kurguyu ve anlatım tarzını çok beğendiğim @lidyanasman ın ikinci kitabı Gölgelerin Güncesi'ni bitirdim.

Kitap 3 ayrı kapakla piyasaya sunulmuştu. Ben kapağımı seçerek almadım. Zaten kitapları almadan arka kapağı okumadığım için (bitirince okuyorum), kapaktakiler kimdir bilmiyordum. Kapakta yer alan kişilerin kim olduğunu okuma yolculuğum sırasında öğrendim. Ama söylemeyeceğim. Bence sizde arka kapak okumayın ve kitabınız bir sürpriz olarak okurken ilerlesin.

Kitabımız bir polisiye roman. Komiser Kaan Baylem, karısı Sıla ve kızı Mısra'ya son derece bağlı biridir. Hatta ikisini bir arada tutan faktördür. Karısı halk arasında medyum olarak adlandırılabilecek bir ritülel mentördür ve küçük yaşta istimara uğramış ve bir türlü bunu tam olarak atlatamamış biridir.
Kaan Baylem ve ekibi bir süredir seri cinayetlerle ilgilenmekte ama ne olaylar arasında bir benzerlik, ne de katil hakkında bir ipucu bulabilmektedirler. Seri olduklarını bilmelerinin nedeni aldıkları e-postalardır.

Araştırmalar ve tesadüfler onları sonuca ulaştırınca acaba ulaşılan aydınlık onları mutlu edecek midir? Ya okuyucuları... Ayrıca "katili biliyorum" cümlesinden sonra kitabı biraz kapatıp düşündüm. Katil kim acaba diye? Bulamadım.

Yine Lidya Nasman'ın bu kitabında da kurguyu çok beğendim. Anlatım son derece sürükleyici ve tek üzüldüğüm nokta aslında kitap tam doyurucu olsa da ritüeller konusunda daha uzun yazılabilirmiş. Çünkü ben bu konuları çok merak ediyorum (ki daha önce yazara sorduğum bir sorunun cevabını bu kitapta buldum)

Ayrıca dünya, insanlar, insanların doğaya zulmü vb konularda bugünlerde sosyal medyada ve ben seyretmiyorum ama belki televizyonlarda sıkça duyduğunuz bu dünyanın virüsü insandır, insan doğayı kendi haline bıraktığında dünya kendini onaracaktır cümlelerine rastlamak, severek takip ettiğim yazarı biraz daha sevmemi sağladı. Çoğu insanın korona sayesinde varmış olduğu bu bilince zaten sahip ve koronanın adı bile bilinmezken (belki üretildiği laboratuvardan henüz kaçmamışken) yazdığı bir kitaba bu cümleleri sığdırabilmiş👏🏻👏🏻 Biliyorum 2. kitap henüz yeni ama ben merakla 3. kitabı bekliyorum.

Görüşmek üzere💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

12 Mayıs 2020 Salı

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hacer Er

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Muhsine geçimini sağlamak üzere şehrin epey dışındaki bir köşke hizmetçi olarak gider. Bu “netameli” köşkün sakinleri arasında çalışanları ve delirdiği söylenen zengin hanımının yanı sıra türlü çeşit periler, yaratıklar, bir de gulyabani vardır. Muhsine, sonunda öldürülmek, delirmek, iyi saatte olsunlara karışmak ihtimalleri olmasına rağmen merakını susturamaz ve kapalı kapıların ardına geçer. Hüseyin Rahmi cin, peri, cadı gibi doğaüstü varlıkları konu edinerek masalın romana, romanın masala dönüştüğü bir teknikle halkın batıl inançlarını ele alır. Ve bizi bütün bu tuhaf yaratıkların, garip mahlûkatın ötesinde yaptıklarıyla daha şaşılası, daha acayip bir varlıkla tanıştırır: İnsanla. Baştan sona heyecanla okunan Gulyabani, o devir İstanbul halkını bütün özellikleriyle yansıttığı gibi bilmeceleri, tekerlemeleri, mahalli kelimeleriyle de Türkçenin en güzel örneklerini barındırır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) 

Dönemini ve çevresini romanlarında yaşatıp, genç yaşlarından itibaren geniş halk kitlelerince sevilerek okunmuş Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın benzeri az bulunur şahsiyetlerindendir. Kitaplarında İstanbul yaşamının özel inanışları, toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler, kadın erkek ilişkileri gibi konular halkın özgün konuşma biçimleri korunarak, çok defa gülünç, bazen hüzünlü olarak işlenir. Romanımıza “mahalli renk” ilk kez onunla girer. Yazarlık yaşamına 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde başlar. 1896’da İkdam gazetesinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarlıktan gelir. Bu sayede Heybeliada’da şimdi müze olan köşkünü alır. 1908 Meşrutiyet’inden sonra Ahmet Rasim’le Boşboğaz adında bir mizah gazetesi çıkarır. İlk soruşturmaya böylelikle uğrar. Gazetesi kapanır. İkinci kez Ben Deli miyim? romanıyla mahkemelik olacak ve yine beraat edecektir. Çoğu roman olmak üzere öykü, tiyatro, makale ve eleştiri türünde altmışın üzerinde kitabı bulunmaktadır. 


Yorumum:

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğumuz, okurken birbirimizi korkuttuğumuz ve beraber güldüğümüz bir kitapla geldim.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Gulyabani. Benim yayınevi tercihim günümüz Türkçesinden dolayı @isbankasikulturyayinlari oldu. Ama etkinliklerimize istediğiniz yayıneviyle katılabilirsiniz.
Kitabımıza gelince; Muhsine talihsiz bir evlilik yapmış kimsesiz bir kadındır ve işe ihtiyacı vardır. Annesinin bir arkadaşı ona sıkı ağızlı olması şartıyla bir konakta iş bulur. Ve dağlar aşarak kuş uçmaz kervan geçmez bir yere götürür. Ve Heidi'nin teyzesi misali Muhsine'yi orada bırakarak kaçar. Muhsine evin iki hizmetkar kadınından tekin olmayan ev hakkında uyarılar alarak, geceleri cinlerin, perilerin, tüylü ve gulyabanilerin cirit attığı konakta yaşamaya başlar.

Evin türlü cins sakiniyle karşılaştıkça "sana edecek bedduam kalmadı Ayşe kadın" diyerek annesinin arkadaşının sık sık kulaklarını çınlatır.

Fakat ne çare mecburen kilitli tutulduğu bu hayata uyum sağlamaya başlar ve periler bunu pek sever. Ah bununla kalsalar ya, kalmazlar efendim.

Neyse devamı kitapta diyor, tekerlemeleri çok beğendim diyorum. Hatta bir tanesini kendime uyarladım. "Benim adım dendenak... " okuyanlar devamını biliyor neyse. 😉

Türk klasikleri, özellikle Hüseyin Rahmi Gürpınar tavsiyemdir. Hiç sıkılmadan bir çırpıda okurken, o dönemin yaşantısına, düşünce tarzına bir kapı aralayacaksınız.
Görüşmek üzere 👻🤣

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Ahmet Mithat Efendi - Dolaptan Temaşa

Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Ömer Aslan

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Ahmet Mithat’ın “Maksadımız yeniçeriliğin mevcut olduğu zamanlardaki eğlencelerin bazılarını anlatmak” diye bahsettiği Dolaptan Temaşa’da pek de bilmediğimiz yaşayışıyla bir dönemin kapıları aralanıyor. İstanbul’un mahalle kahveleri, “helva sohbetleri”, giyim kuşam ve âdetleri, hatta eşyasıyla... Kısa, ancak oldukça zengin içeriğiyle roman Behram Ağa, Dilber Leyla, Yeniçeri Zorlu Mustafa ve Paşalı Ahmet Ağa karakterleri arasında gelişen komedi ve gerilim unsuruyla bezeli, cinayetlere varan olayları konu alıyor.

Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)

Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarındandır. Gazetecilikle başladığı yazı hayatına hikâye ve roman yazarlığını da ekleyerek çeşitli alanlarda sayısı yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gördüğünden ansiklopedik bilgilerle dolu eserlerinde okuyucuyla daima diyalog halindedir. Sofya’da Tuna gazetesinde önce yazar, daha sonra başyazar olarak gazeteciliğe adım atar. Mithat Paşa’yla gittiği Bağdat’ta ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin de bulunduğu oldukça geniş kültürlü bir çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Tahtakale’deki evinde kendi matbaasını kurup kitaplarını yayımlamaya başlar. Bir yandan da yayımladığı Devir, Bedir, Dağarcık, Kırkambar gibi gazete ve dergilerle gazeteciliğe devam eder. Yazılarından dolayı Abdülaziz yönetimi Namık Kemallerle birlikte onu da sürgüne gönderir. Üç yıl süren Rodos sürgününde çocuklar için bir okul açarak ders vermeye başlar ve ilk romanlarını yazar. İstanbul’a döndüğünde çeşitli memuriyetlerde bulunur ve Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i kurar. Hemen her konuda, üstelik yeni tekniklerle de yazan Ahmet Mithat’ın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum:

Ekim 2019 itibariyle @okuyan_kadinlar_kulubu nün #türkklasikleriserisi kitabını okuyup bitirmiş bulunmaktayım.

İş Bankası Kültür Yayınları öyle bir hızla seriye devam ediyor ki, yıllardır okuyalım deyip ama bir türlü başlamadığımız Türk klasikleri bu sayede su gibi okunup gidiyor, niyeyse ihmal ettiğimiz edebiyat eserlerimiz kıymetini buluyor.

Kitabımıza gelince, ilk başlarda bu kitabın konusu nereye bağlanacak derken, birden şaşırtıcı bir şekilde olayların gelişmesi ile sonun nasıl geldiğini anlayamadan bitti.

Yıl 1826'dan önce çünkü o tarihte yeniçerilik kaldırıldığı ve kitapta bir yeniçeri olduğuna göre. Ve o dönemde sosyal hayatın kadınların evde oturup, erkeklerin gece hayatının ilginç detaylarını okuyarak bu kitapla aydınlanmış oluyoruz😖 Behram Ağa yağlıkçı (eskinin peçetesi) esnafından yaşını başını almış bir adamdır. Bir gün arkadaşları ile rakı içmek için bir Yahudi meyhanesine giderler ve biz bu arada dönemin yaşayış tarzı hakkında epey bilgi sahibi oluruz. Arkadaşları teker teker masadan kalkarak ona hesabı bırakıp kaçınca Behram Ağa kendine yapılan oyunu anlayıp, helva sohbetinin yapılacağı eve gitmeye karar verir. Bu arada helva sohbetleri gece geç vakit evlerine gitmek yerine erkeklerin toplanıp birbirlerine garip şakalar yaptıkları toplantıların adı😳 Ama Behram Ağa bilmediği bir mahallede olduğundan yanlış bir eve düşer (evet gerçekten yuvarlanıp düşüyor) ve esas olay burada başlar. Ahh o kedi yok mu kedi her şeyi o belli etti diyorum ve susuyorum😼

Esas kitabın son bölümünde güzel bir ders vardı. Sır tutmak. Günümüzde artık pek kalmayan, herkesin bak ben ne öğrendim ya da bak ben senin bilmediğin neler biliyorum diyerek kendilerine dertleşirken verilen sırları ortaya saçan insanların iki yüzlülüklerine ders verir nitelikteydi. Allah yolumuzu böyle insanlardan ayrı tutsun diyerek cuma duasını yaparak yorumuma son veriyorum.
Görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Muallim Naci - Ömer'in Çocukluğu


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Kaan Tanyeri

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular... Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi’den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde kaybolduğunda duyduğu çaresizlik... Muallim Naci, hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları öyle canlı anlatıyor ki tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine bizi bırakıveriyor; üstelik eski İstanbul da semtleri ve yaşayışıyla yanımızda olarak.

Muallim Naci (Ömer) (1850-1893) 

Muallim Naci, Saraçhanebaşı’nda saraçlık yapan Ali Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın oğulları olarak Fatih’te dünyaya geldi. Babasının vefatı üzerine annesi ve kardeşleriyle Varna’ya, dayısının yanına yerleştiler. Fatih Fevziye Mektebi’nde başlayan eğitimine Varna’da devam eden Naci, bir yandan medrese eğitimi görürken bir yandan da özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Hattatlıktan icazet aldı. Muhayyelat-ı Aziz Efendi romanındaki Naci karakterinden etkilenerek bu adı kendisine mahlas olarak seçti ve ilk şiirlerini de Naci mahlasıyla bu dönemde yazdı. Tercüman-ı Hakikat’e şiirlerini gönderen Naci, Varna’dan İstanbul’a döndüğünde bu gazetenin edebi sütunlarını yönetmeye başladı. Burada yayımladığı eski tarz şiirler eski-yeni tartışmasında bir kutuplaşma yarattı ve gazetenin sahibi Ahmet Mithat’ın tepkisini çekti. Arkadaşlarıyla beraber gazeteden ayrılan Muallim Naci Saadet ve Mürüvvet’te yazılarını yayımladı; Mecmua-i Muallim dergisini yönetti. Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat öğretmenliği yapan Muallim Naci, Tanzimat Dönemi edebiyatımızın meşhur ve önemli simalarındandır. Yeni kültüre sahip, milli değerlere bağlı, edebiyatta eskiyi savunur görünmekle beraber dilin sadeleşmesi ve edebiyatın yenileşmesine hizmet etmiş bir yazardır. Şairliği, sözlük çalışmaları, çevirileri ve yazarlığıyla Tanzimat edebiyatının yine çok yönlü isimlerinden olan Muallim Naci’nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi’nde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum: 

@okuyan_kadinlar_kulubu nün Eylül 2019 #türkklasikleriserisi kitabı Muallim Naci'den Ömer'in Çoculuğu idi.

Ömer yazarın kendisi. Çocukluğuna ait hatırında kalmış bölük bölük anıları aklına geldiği gibi yazmış. Büyüklerin hiç düşünmeden yapılan ufak davranışlarının bile çocuk benliğinde nasıl etkiler bıraktığına değinmiş ama en çok da babasının ölümü onda en derin izi bırakmış. 😔

Bir saat gibi bir sürede okunan bir eser. Ah çocuk ah diyerek bitirdim.

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Mizancı Murat - Turfanda mı Yoksa Turfa mı?


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Birol Emil

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanının kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa'dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul'a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat'tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı'nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne serilir. Mizancı Murat okura, zamanın yeni mahsulü Mansur gibilerinin, “İlerde çoğalacak benzerlerinin ilk önceleri, yani turfandaları mıdır yoksa kimsenin beğenmeyeceği cemiyet düşkünleri, yani turfaları mıdır?” sorusunu sordurur.

Mizancı Murat (1854-1917) 

Gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazar Murat Bey, Dağıstan'da doğdu. Rüştiye ve idadi öğrenimini burada tamamladı. Rusya'da tıp eğitimi aldıktan sonra 1873'te İstanbul'a giderek Hariciye Nezareti Matbuat Kalemi'nde çevirmen olarak çalıştı. Mekteb-i Mülkiye'de siyasal tarih ve coğrafya dersleri verdi. Darülmuallimin'de hocalık ve yöneticilik yaptı. İttihat ve Vakit gazetelerinde Türk-Rus savaşı ve dış politika konularındaki yazılarıyla kendini gösteren Murat Bey, 1886'dan itibaren çıkardığı Mizan gazetesiyle Osmanlı basınında önemli bir yer edindi. Yazıları nedeniyle gazete sansüre uğrayarak zaman zaman kapatıldı. İstanbul'da ilk örgütlü muhalefet hareketleri başladığında Jön Türkler kendilerine yakın gördükleri Murat Bey'in hareketin başına geçmesini istediler. Sarayın baskısı karşısında 1895'te Paris'e kaçan Murat Bey önce Kahire, sonra Paris ve Cenevre'de yeniden çıkardığı Mizan ve ayrıca yayımladığı siyasi risaleleriyle Avrupa'da ve Türkiye'de büyük tesir uyandırdı. II. Meşrutiyet'in ilanını takiben Mizan'ı tekrar çıkararak eski partisiyle anlaşma ümidini, Avrupa'dan dönmesini affetmeyen İttihat ve Terakki liderleri boşa çıkarınca, o, tesiri 31 Mart hadiselerine kadar uzanan şiddetli bir muhalefete geçmiştir. Olaydan birkaç gün sonra, irtica ve askeri ihtilal çıkarmak suçuyla tutuklanarak ömür boyu kalebentliğe mahkûm edilip Rodos'a sürülür. Midilli'de tamamladığı sürgünlüğünden 1912'de çıkarılan kısmi af üzerine İstanbul'a dönmüş, Peyam ve Peyam-ı Edebi'de yazmaya devam etmiştir.

Fatma Aliye - Refet


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Senem Timuroğlu

Basım Tarihi: Kasım, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakterdir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.

Fatma Aliye (Topuz) (1862- 1936) 1889’da “Bir Kadın” imzasıyla çevirdiği, George Ohnet’den Meram romanıyla edebiyat dünyasına ilk adımını atar. 1891’de yayımlanan ikinci yapıtı Hayal ve Hakikat’i Ahmet Mithat’la yazar. Çok geçmeden sırasıyla Muhadarat, Refet, Levayih-i Hayat, Udi ve Enin romanları kendi adıyla yayımlanır. Refet ve Udi Türk edebiyatının çalışıp ayakları üzerinde duran ilk kadın karakterlerini anlatır. Romanlarındaki başkarakterlerin hepsi mücadeleci ve güçlü kadınlardır. Yapıtları yurtdışında ilgi görür. Udi romanı 1899’da Gustave Séon tarafından Fransızcaya çevrilir. Ev ziyaretleri yapan Avrupalı kadın gezginlerin Osmanlı kadını hakkındaki yanlış izlenimlerini değiştirmek için kaleme aldığı Nisvan-ı İslam 1894’te Rus şarkiyatçısı Olga de Lebedef ve Nazimé Roukié tarafından Fransızcaya ve Beyrut’ta tefrika edilmek üzere Arapçaya çevrilir. 1893 Chicago Kitap Fuarı için hazırlanan “The Woman’s Library of The World’s Fair” adlı kataloğunda biyografisi ve kitapları yer alır. Filozofların biyografilerinden oluşan Teracim-i Ahval-i Felasife adlı yapıtıyla felsefi bir deneme olan Tedkik-i Ecsam Türkiye’de bir kadın kaleminden çıkan ilk felsefe yapıtlarıdır.

Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti ile yarım kalan Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı bir kadın yazara ait ilk tarih yapıtlarıdır. İslam’ın ilk zamanlarında yaşamış kadınların biyografilerini yazdığı Nâmdârân-ı Zenân-ı İslâmiyân çalışması ise bugün yeni yeni oluşmaya başlayan feminist tarih bilincinin erken örneğidir. Kadınlara ait en uzun süreli yayın olan Hanımlara Mahsus Gazete’nin ilk günden itibaren etkin bir kalemi olan Fatma Aliye, makalelerinde İslam’ı ataerkil yorumlarından sıyırarak yorumlamayı önerir ve çokeşliliği, evlilik ve örtünmeyi bu yaklaşımla ele alır. Fatma Aliye, döneminde büyük bir cesaret, inat ve direniş sergileyerek kalemi elinden bırakmamış, kendinden sonra gelen kadın edebiyatçıları da yazılarıyla desteklemiştir.



Yorumum:

@okuyan_kadinlar_kulubu ile her ay @isbankasikulturyayinlari yayın sırasıyla (isteyen başka yayınevinden okuyabilir) her ay bir Türk klasiği okuyoruz.

Bu ay sıra Fatma Aliye'den Refet'yeydi.

Fatma Aliye ilk Türk kadın romancı. Çeviriler yapmış. Yurt dışında tanınmış. Romanlarında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Osmanlı kadınını yazmış. Refet de onlardan biri.

Refet, babası küçük yaşta ölünce üvey kardeşlerinden dayak ve eziyet görmüş, aynı şiddeti kendisi ile yaşayan annesi elinde avucunda ne varsa satarak onu İstanbul'a getirmiştir. Zengin akrabalardan bir iyilik bulamayan anne çamaşıra giderek kızını okutmuş, başarılı bir öğrenci olmuştur Refet. Öğretmen olmak istemektedir ki annesini çalıştırmasın, kendi ayakları üzerinde durabilsin. Biz Refet'in, annesinin, Şule'nin üzerinden kimsesiz kadınların hayatta kalma mücadelesini okuyoruz kitapta.

Yüz yıldan daha fazla zaman önce yazılsa da bugünün kadınlarına güzel dersler veren bir kitap Refet. Ayaklarınızın üzerinde durun, eğitiminizi tamamlayın, meslek sahibi olun, kendinize güvenin, güzel dostlar edinin, vaktinizi boşa harcamayın. Ve belki daha fazlası.

Yeni bir kitap yorumunda görüşmek üzere 💜

Not: Yorum instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylamış olduğum yorumdur. 

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Halit Ziya Uşaklıgil - Mai ve Siyah


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Ali Faruk Ersöz

Basım Tarihi: Kasım, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Halit Ziya, ustalık döneminin ilk romanı kabul edilen Mai ve Siyah’ta, dönemin basın dünyasını matbaacısından yayın yönetmenine, yazarından eleştirmenine özgün karakterlerle betimlerken, hikâyesini sızılı bir sevdayla bezemeyi de ihmal etmemiştir. Romanın trajik baş karakteri Ahmet Cemil’de, yazarın çeşitli memuriyetlerle yazarlık arasında gidip gelen ikili yaşantısı ve Edebiyat-ı Cedide topluluğunun bakış açısını bulmak mümkündür.

Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945) Tanınmış Uşakizade Ailesinin üyesi olarak çocukluğu İstanbul’da, ilk gençliği İzmir’de geçti. Eski tarzda Arapça ve Farsça öğrenim gördü. Aydın görüşlü babası Hacı Halil Efendi’nin elinden düşürmediği Hafız-ı Şirazî’nin Divan’ı ile Mevlânâ’nın Mesnevi’siyle yetişti. İstanbul’da yaşadığı yıllarda, Gedikpaşa’da Güllü Agop’un oyunlarını izleme fırsatı buldu. Özel Fransızca dersleri aldı. Yazı hayatı Avusturyalı Katolik rahiplerin yönettiği Mechitariste’de okurken başladı. On beşinde ilk yazısı yayımlandı. İzmir’de tanınan, Fransız edebiyatçı Auguste de Jaba onu Mechitariste’ye hazırlarken bir de roman çevirtti. Okuldan ayrıldığında ilk işi şair Tevfik Nevzat’la Nevruz adlı bir dergi çıkarmak oldu (1884). Ardından Hizmet gazetesini yayımladı. İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği, Osmanlı Bankası’nda çevirmenlik yaptı. 1893’te İstanbul’daki Reji İdaresi’nde başkâtipliğe ve II. Meşrutiyet’in ilanıyla reji komiserliğine getirildi. 1909’da İttihat ve Terakki’nin önerisiyle V. Mehmed’in mabeyn başkâtipliğine atandı. Darülfünun’da Batı edebiyatı ve estetik dersleri verdi. Siyasal görevlerle Fransa, Almanya ve Romanya’ya gitti. Bu yoğun çalışma hayatının içinde yazarlığını da ilerletti. 1896’da Edebiyat-ı Cedide topluluğuna katılıp Servet-i Fünun’da kendisine büyük ün kazandıran romanlarını tefrika etmeye başladı. İlk büyük romanı Mai ve Siyah yayımlandığında büyük ses getirdi. Aşk-ı Memnu, Kırık Hayatlar ve pek çok hikâyesi peş peşe geldi. 1901’de yazarlığı bıraktığını duyursa da II. Meşrutiyet’ten sonra yazmaya devam etti, ancak bu dönem yazdıklarını 1923’e kadar ortaya çıkarmadı. İlk romancılarımız Namık Kemal ve Ahmet Mithat olarak anılsa da edebiyatımız Halit Ziya ile çağdaş romanın gerçek örneklerine kavuşur.

8 Mayıs 2020 Cuma

Şemsettin Sami - Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Ömer Aslan

Basım Tarihi: Ekim, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

İlk görüşte âşık olan Talat ve Fitnat’ın trajik hikâyelerinin anlatıldığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat romanı, dönemin kadın erkek ilişkilerini, görmeden yapılan evliliklerin doğurduğu sorunları ele alır. Hemen her yaştan ve sınıftan kadının aile ve toplum içindeki konumlarına ilişkin meselelerini hikâye eden yazar, bununla da yetinmeyip Talat’ı kadın kılığında, tebdil-i kıyafet İstanbul sokaklarında dolaştırarak yaşadıklarını anlatır.

Şemsettin Sami (1850-1904) Dil bilgini, gazeteci, sözlükçü, yazar Şemsettin Sami, Yanya’nın Fraşer kasabasında doğdu. Fraşer’de başladığı öğrenim hayatına Yanya’da, bir Rum okulunda devam etti. Bu okulda İtalyanca, Rumca, Eski Yunanca ve Fransızca öğrendi, bir yandan da özel hocalardan aldığı derslerle Farsça ve Arapçasını ilerletti. 1871’de İstanbul’a giderek Matbuat Kalemi’ne girdi. 1872’de Hadika’da gazetecilik hayatına atılan Şemsettin Sami, aynı yıl edebiyatımızın ilk telif romanı sayılan Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’ı yayımlamaya başladı. Trablusgarp, Sabah, Tercüman-ı Şark gazeteleriyle Aile ve Hafta dergileri onun gazetecilik ve dergicilik alanındaki diğer önemli faaliyetlerindendir. Fransızcadan İhtiyar Onbaşı ve Galetée oyunlarını tercüme edip yayımlar. Daha sonra Besa yahut Ahde Vefa adlı oyunu yazar ve oyun Osmanlı Tiyatrosu’nda sahnelenir. Seydî Yahya, Gâve yazarın tiyatro türündeki diğer yapıtlarıdır. Sefiller, Robinson gibi önemli eserleri dilimize kazandırır. Cep Kütüphanesi serisinde mitolojiden kadınlara, İslam medeniyetinden astronomiye çok çeşitli konularda ansiklopedik nitelikte küçük kitaplar yazar. Bütün bu çalışmalarının yanı sıra asıl dikkatini dil üstünde toplayan Şemsettin Sami, Kamus-ı Fransevî (Fransızcadan Türkçeye/Türkçeden Fransızcaya sözlük) ve Kamus-ı Türkî (Türkçe sözlük) gibi iki önemli sözlük ile altı ciltten oluşan ansiklopedisi Kamusü’l-a’lâm’ı hazırlar. Ömrünün son yıllarında Türkçenin en eski eserlerini araştırmaya yönelen yazar, Orhun Abideleri ve Kutadgu Bilig üzerine çalışmıştır. Kültür dünyamıza dil çalışmaları, sözlük ve ansiklopedi yazarlığı, çeviri, roman ve oyunlarıyla önemli katkılar sağlamış Şemsettin Sami’nin eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.



7 Mayıs 2020 Perşembe

Ahmet Mithat Efendi - Felatun Bey ile Rakım Efendi


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Emrah Balcı

Basım Tarihi: Ağustos, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Felâtun ve Râkım yakın muhitlerde, biri alafranga özentisi bir babanın elinde, diğeri babası ölünce zor koşullarda, anne ve dadısının fedakârlıklarıyla büyümüş yirmili yaşlarda iki arkadaştır. Felâtun Bey şık giyinmenin, gezip tozmanın peşinde, Batı özentisi bir tiptir; Râkım Efendi ise çalışkan, kendini yetiştirmiş, Doğu ve Batı kültürlerini özümsemiş biridir. Ahmed Midhat Efendi birbirine bütünüyle zıt bu iki tipi çeşitli olaylar içinde, kimi zaman oldukça mizahi bir dille karşılaştırarak ideal bir tip yaratır. Yazarın yaşamöyküsüyle paralellikler de taşıyan roman, Batılılaşma eşiğindeki toplumun meselelerini bu yeni kültürü sindiremeyen alafranga züppe tipiyle ortaya koyar.

Ahmed Midhat Efendi (1844-1912) Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarındandır. Gazetecilikle başladığı yazı hayatına hikâye ve roman yazarlığını da ekleyerek çeşitli alanlarda sayısı yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gördüğünden ansiklopedik bilgilerle dolu eserlerinde okuyucuyla daima diyalog halindedir. Sofya’da Tuna gazetesinde önce yazar, daha sonra başyazar olarak gazeteciliğe adım atar. Midhat Paşa’yla gittiği Bağdat’ta ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin de bulunduğu oldukça geniş kültürlü bir çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Tahtakale’deki evinde kendi matbaasını kurup kitaplarını yayımlamaya başlar. Bir yandan da yayımladığı Devir, Bedir, Dağarcık, Kırkambar gibi gazete ve dergilerle gazeteciliğe devam eder. Yazılarından dolayı Abdülaziz yönetimi Namık Kemallerle birlikte onu da sürgüne gönderir. Üç yıl süren Rodos sürgününde çocuklar için bir okul açarak ders vermeye başlar ve ilk romanlarını yazar. İstanbul’a döndüğünde çeşitli memuriyetlerde bulunur ve Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i kurar. Hemen her konuda, üstelik yeni tekniklerle de yazan Ahmed Midhat’ın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum: 

@okuyan_kadinlar_kulubu ile bu ay (nisan 2019) okuduğumuz #türkklasikleriserisi kitabımızı da bitirmiş bulunmaktayım dün itibarıyla. Kulüp arkadaşlarımın "nihayet" demediklerini biliyorum çünkü sakın demeyin dedim, "demeyiz" dediler.

Kitabımız kıssadan hisse çıkarılabilecek türdendi. Yazar anlatımda sık sık bizimle konuşmuş, hatta arada kendi kendine bile konuşmuştur. Samimi ve mizahi bir anlatımın yanında, usta bir kalem olduğunu hissettirmiştir.

Kitaba konu olan iki karakter Felatun Bey ve Rakım Efendi gibi görünse ve Felatun bey ile başlasa da kitap, bir yerden sonra hep Rakım'ı okuyup, Felatun'u gelip geçerken görür oluyoruz. Zaten Rakım'ın hayatını da merak ediyoruz haliyle. (Yazar gibi bende buraya bir ara ses vereyim. Tamam Batılılaşma ve biri özenen biri eski usul davranan iki genç adam üzerinden ilerlese de konu, ben Rakım ile Canan, Rakım ile Josephino, Rakım ile Margaret ve Can meseleleri ne sonuca varacak pek merak ettim. Bir Türk klasiğinde burası mı dikkatini çekti derseniz, kitabın tümünü dikkatle okudum ama yazar öyle ser verip sır vermeyen şekilde yazmış ki, okuyucu olarak bizim bilmemiz gereken kısımları sonradan öğreniyoruz.) Sonuçta güzel bir Türk klasiğini daha okumuş olduk. Gelecek ay 9 numaralı klasikte görüşmek üzere.

Not: İnstagram hesabım Dendenin Yörüngesi için yazdığım yorumdur.

Samipaşazade Sezai - Küçük Şeyler


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Salih Bora

Basım Tarihi: Temmuz, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Küçük Şeyler sıradan insanın başına gelmesi muhtemel sıradan olayları, acıları, ümitleri, hayal kırıklıklarını, yani kimi hayat gerçeklerini ve bu gerçekler karşısında yaşanan duyguları ele alıyor.

Ağaçların kesilmesine üzüntü duymamız, kuş sesleriyle neşelenip aşk uğruna acı çekmemiz, bir tebessümle umutlanıp kurduğumuz hayallerin yıkılıvermesi gibi olağan ama okuru derinden etkilemeyi başaran hikâyelerdir bunlar. Türk edebiyatına modern anlamda hikâyenin ilk örneklerini kazandıran Samipaşazade Sezai, Küçük Şeyler için yazdığı önsözde, neyin anlatıldığının değil, nasıl anlatıldığının önemli olduğunu vurgulayarak hikâyenin gücünün ayrıntıda gizli olduğunu ve güzel yazıldığı sürece basit konuların da önem kazanacağını söyler.

Samipaşazade Sezai (1859-1936) İstanbul’da doğan Sezai’nin çocukluk ve ilkgençlik yılları Maarif nazırlığı da yapmış olan babası Sami Paşa’nın Taşkasap’taki büyük konağında geçer. Bu konak dönemin meşhur fikir adamlarına, yazar ve şairlerine ev sahipliği yapan önemli bir buluşma noktasıdır. Sezai burada pek çok yazar ve şairle tanışır. Özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri alır. Gençlik yıllarında oldukça etkilendiği Namık Kemal ve yakın dostu Abdülhak Hamit’in yenilikçi düşüncelerini benimseyen Sezai, 1880’de Londra Sefaretine ikinci kâtip olarak atanır. Burada Batı edebiyatını, özellikle Shakespeare’in eserlerini inceleme imkânı bulur. Londra’da geçirdiği bu zaman onun düşünce dünyasını ve edebi ufkunu genişletir. 1901’e kadar İstanbul’da Hariciye Nezareti’nde muavinlik görevini sürdürür. İstanbul’da geçirdiği 1886-1901 yıllarında Sergüzeşt’i, Küçük Şeyler’i ve Rumûzü’l-Edeb’i yayımlar. İstanbul’un alafranga dünyasına yönelik ilk köklü saptamalar onun eserlerinde belirir. Sergüzeşt’te esirlik ve özgürlük kavramlarını işlemesi hükümetin takip çemberine girmesine neden olur ve 1901’de Paris’e kaçar, burada Jön Türkler’e katılır. Tanzimat dönemi yenilikçi edebiyatın öncülerinden Samipaşazade Sezai’nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum:

@okuyan_kadinlar_kulubu Mart ayı #türkklasikleriserisi nde bu ay Samipaşazade Sezai'nin Küçük Şeyler kitabını okuduk. İş Bankası Kültür Yayınları hızla bu seriden kitaplar yayınlamaya devam ediyor ve bizde numara sırasına göre (burası çookkk önemli) okumaya devam ediyoruz🥰🥰🥰

Küçük Şeyler kısa öykülerden oluşan bir kitap. Konusu insanın başına gelmesi ihtimalindeki olayların ve bu olaylar karşısındaki insan davranışları, duyguları olarak özetlenebilir ki bunu ben değil, günümüz Türkçesiyle hazırlayan Salih Bora söylüyor. 

Ben bu eseri okurken günümüz Türkçesiyle okumak neden daha iyi (kendim açısından çünkü kitabın orijinal yazımındaki dile tamamıyla yabancıymışım) diye bir kez daha gördüm. Bir Kitabe-i Seng-i Mezar hem orijinal haliyle hem Türkçeleştirilmiş haliyle yer alıyor ve ne kadar gözlerim okuyor gibi yapsa da aslında beynimde pek bir şey ifade etmedi orijinal hali.

Benim kitap bittiğinde aklımda Kediler ve Düğün öyküleri daha kalıcı olarak yerini aldılar.
Yeni bir kitap yorumunda görüşmek üzere.

Not: İnstagram hesabım Dendenin Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur. 

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Namık Kemal - Vatan Yahut Silistre


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Refik Durbaş

Basım Tarihi: Temmuz, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Namık Kemal için tiyatro, halka doğrudan ulaşabilmesi bakımından oldukça önemli bir türdür. Vatan yahut Silistre oyununda da vatan sevgisini türlü duygularla çarpıştırıp nihayet hepsinden üstün çıkararak halka vatan fikrini ve sevgisini aşılamak ister. Kırım Savaşı’nın yaşandığı yıllarda Zekiye ve İslam Bey arasında yeni başlayan aşk, İslam Bey’in cepheye gitmesiyle beklenmedik bir hal alır. Zekiye İslam Bey’in ardı sıra erkek kılığına girerek Silistre savunmasına katılır ve böylece savaş meydanında aşkın, vatan sevgisinin, millet fikrinin iç içe geçtiği olaylar yaşanır. Vatan yahut Silistre 1 Nisan 1873’te ilk kez sahnelendiğinde halk üzerinde gösterilere varan büyük bir coşku yaratmış, bu etkinin diğer bir sonucu olarak Namık Kemal’in gazetesi İbret kapatılmış, kendisi de Magosa’ya sürülmüştür. Yazarı hayattayken Rusçaya ve Almancaya çevrilen eser, daha sonra pek çok dilde yayımlanır.


Yorumum: 

@okuyan_kadinlar_kulubu ile şubat ayında #türkklasikleriserisi kitabımız Namık Kemal'den Vatan yahut Silistre idi. Biz İş Bankası Kültür Yayınları'nın sırasından gidiyoruz ama istediğiniz yayınevinden kitabınızla bize katılabilirsiniz.

Daha önce televizyonda Cüneyt Arkın ve Fatma Girik'li filmini izlemiştim, hatta ders kitaplarında pasajlar okumuştum belki ama kitabını okumadım diye hatırlıyorum. Ama yıllar içinde o kadar kitap okuyup adlarını dahi unuttumki o yüzden burada okuma günlüğü tutmayı çok seviyorum. Konu yine dağıldı değil mi?

Bir kitabı, üstelik yıldızımın pek barışmadığı tiyatro eserlerinden birini bu kadar soluksuz okuyacağımı hiç düşünmemiştim kitaba başlarken. Üstelik İntibah'ın hala yarım bir vaziyette raftan bana öfkeyle baktığını hissederken.

İslam Bey vatan aşığı, aynı zamanda Zekiye'ye de gönül vermiş. Zekiye'de ona. Ve cepheye giden İslam Bey'in ardından erkek kılığında gidiyor peşinden. Abdullah Çavuş, Sıtkı Bey diğer kahramanları kitabın. İslam Bey ve Sıtkı Bey vatan konuşmaları yaptıkça ağladım. Ah evet yine ben ağladım. Okuyun, okutturun bu kitapları. Bazen öyle duyarsız bir nesil geliyor ki diye düşünüyorum arkamızdan okutmamız, anlatmamız, öğretmemiz gerek diyorum.

Kitap su gibi aktı gitti. Ne zaman başladım, ne zaman bitirdim fark etmedim. Boğazım düğüm düğüm, gözlerim yaşlı kapattım kitabı.

Not: İnstagram hesabım Dendenin Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Monica McCarty – Highland Guard Serisi 6 - Çaylak


İngilizce Adı: The Recruit

Seri: Highland Guard Serisi 6

Basım Tarihi: Mayıs, 2020

Yayınevi: Nemesis

Sayfa Sayısı: 448

Çeviri: Gökçe Müderrisoğlu Aktaş


Konusu:

Tutkulu ve cesur bir savaşçı olan Kenneth Sutherland gerçek bir şampiyondur.

Savaşmakta yetenekli ve kazanmak için daima istekli olan Kenneth, hayatının en büyük meydan okumasına sonunda hazırdır: İskoçya kralının gizli ordusunda bir yer edinecek ve kusursuz bir savaşçı olduğunu ispatlayacaktır. Zafer çok yakındır fakat masum güzelliğiyle dikkatini çeken genç bir kadın yüzünden her şey tepetaklak olmak üzeredir.

Mary teslimiyetinin sadece bir gece süreceğine dair kendine söz verir. Kenneth Sutherland ile geçireceği tek bir gece: Söz yok, kalp kırıklığı yok… Zorlukla kazandığı bağımsızlığından vazgeçmeyeceğine yemin eden genç kadın, kaderinin kontrolünü elinde tutmaya kararlıdır. Ancak her nazik dokunuş ve kalp atışlarını hızlandıran her öpücük, Kenneth’a karşı koymasını imkânsız hale getirir ve Mary daha fazlasını istemeye başlar. Cesur savaşçının kalbini kazanmaya kararlıdır, ancak aşkı uğruna bağımsızlığından vazgeçebilecek midir?

Not: İlk dört kitabı Koridor Yayınları'ndan çıkan Highland Guard Serisi Nemesis Kitap tarafından ilk kitaptan itibaren yeni çeviri ve baskılarla devam ettirilmektedir.

5 Mayıs 2020 Salı

Perişan Kurabiye


Bu eskiden de yaptığım bir tarifti, artık ölçüleri azaltarak yapıyorum. Zaman içinde ayarları ile biraz oynadım, yani kendi yorumumu kattım. Bu tarife tadını veren tereyağı doğrusu. Margarinle o kadar hoş olmuyor.

Malzemeler: (oda sıcaklığında)

- 100 gr. tereyağı,
- 1/2 çay bardağı sıvı yağ,
- 3/4 su bardağı pudra şekeri,
- 1 yumurta
- İstenilen miktarda damla çikolata (ya da üzüm ya da ceviz)
- 1 paket vanilya
- 1 paket kabartma tozu
- Aldığı kadar un
Ve bir tutam sevgi... Olmazsa olmazı...

Yapılışı:

(Not: Son dakikalara kadar kaşıkla karıştırdım, en son un miktarı uygun miktara gelince elimle yoğurdum.)

- Önce yağları ve pudra şekerini karıştırın.
- Yumurtayı ekleyin, karıştırın.
- Sonra azar azar unu eklemeye başlayın.
- Bu aşamada kabartma tozu ve vanilini ekleyin.
- Una doyduktan sonra yardımcı malzemeniz ne ise ekleyin (ceviz, çikolata, üzüm vb)
- Hamura elde şekil vermeden ya da kalıpla şekillendirmeden, parçalar kopararak tepsiye dizin. Önceden ısıtılmış fırında pişirin.

Not: Kullandığınız kuruyemişleri önceden tavada tazelerseniz daha lezzetli olacaktır.

ve

Malzemeler oda sıcaklığında olmalıdır.


Kurabiye ve keklerde damla çikolata kullanmıyorum. Normalde özellikle Nestle kare çikolata alırım ama evde bunlar vardı. Hediye gelmişti. Paskalya yumurtası olanlar çikolataya pek benzemiyor ama diğeri Nestle'yi aratmadı. Çok az vardı ondan zaten. Yemiş olabiliriz:)


Şekil vermeden koparıp bırakıyoruz. Yağlı kağıdı bilerek buruşturuyorum. Fanlı pişirirken uçup üstüne gelmesin diye. 

Kolay gelsinnn. 


Şinasi - Şair Evlenmesi


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Refik Durbaş

Basım Tarihi: Temmuz, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Şair Evlenmesi oyunu, alafranga davranışları ve kıyafetiyle mahallelinin pek de hoşuna gitmeyen Müştak Bey adında yoksul fakat ileri görüşlü bir şairin sevip istediği genç ve güzel Kumru Hanım yerine onun huysuz ve

yaşlı ablası Sakine Hanım’la evlenmeye mecbur edilmesini konu edinir. Bu küçük entrika etrafında çöpçüsünden bekçisine, imamından yenge hanımına bütün mahalle halkı bir araya gelir.

Şinasi, çağdaş bir edebiyatta tiyatro türünün gerekliliğini anlamış, Şair Evlenmesi’ni yazarak Türk tiyatrosunun da ilk yapıtını ortaya koymuştur.


Yorumum:

Merhaba,

🎭Kısacık, eğlenceli ama Türk edebiyat tarihinde önemli bir yere sahip bir eseri @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuyup bitirdik (Ocak 2019).

Yeri ilk tiyatro eseri olmasındandır. Zamanında yazarı Şinasi tarafından Agah efendi ile kurduğu
Tercüman-ı Ahval gazetesinde yayınlanmış, kimse dikkate almamış, ölümünden sonra Mehmet Tayfur Efendi gazete koleksiyonundan bularak kitap haline getirmiştir. Bu bile bazı kimselerce şüpheyle karşılanmış ama asıl nüshalar elde olduğundan Şinasi'ye ait olduğu bilinmektedir.

🎭Konusu hakkında uzun uzun konuşulacak pek bir şey yok aslında. Yoksul bir şair sevdiği kız yerine onun evde kalmış ablası ile evlendirilir. Şair Müştak Bey duruma itiraz eder ve olaylar çok gelişemeden bir bakmışsınız bitmiş.

🎭Kitap eserden çok daha fazla Şinasi hakkında bilgilendirmeler ve eser hakkında incelemelere yer verilmiş ve kitabı bir başka kitapla yan yana koyarak basmak yerine (bu davranışı son derece takdir ediyorum-ikili kitaplara aşırı sinir olurum) tek kitap halinde ama dolu dolu bir basım olmuş. Kitabı bir saatte rahatlıkla bitirebilirsiniz. 

🎭Unutmayın her ay @okuyan_kadinlar_kulubu nde #türkklasikleriserisi okuyoruz. Bekleriz.

Not: instagram hesabım Dendenin Yörüngesi'nden buraya taşınmıştır.