12 Mayıs 2020 Salı

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hacer Er

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Muhsine geçimini sağlamak üzere şehrin epey dışındaki bir köşke hizmetçi olarak gider. Bu “netameli” köşkün sakinleri arasında çalışanları ve delirdiği söylenen zengin hanımının yanı sıra türlü çeşit periler, yaratıklar, bir de gulyabani vardır. Muhsine, sonunda öldürülmek, delirmek, iyi saatte olsunlara karışmak ihtimalleri olmasına rağmen merakını susturamaz ve kapalı kapıların ardına geçer. Hüseyin Rahmi cin, peri, cadı gibi doğaüstü varlıkları konu edinerek masalın romana, romanın masala dönüştüğü bir teknikle halkın batıl inançlarını ele alır. Ve bizi bütün bu tuhaf yaratıkların, garip mahlûkatın ötesinde yaptıklarıyla daha şaşılası, daha acayip bir varlıkla tanıştırır: İnsanla. Baştan sona heyecanla okunan Gulyabani, o devir İstanbul halkını bütün özellikleriyle yansıttığı gibi bilmeceleri, tekerlemeleri, mahalli kelimeleriyle de Türkçenin en güzel örneklerini barındırır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) 

Dönemini ve çevresini romanlarında yaşatıp, genç yaşlarından itibaren geniş halk kitlelerince sevilerek okunmuş Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın benzeri az bulunur şahsiyetlerindendir. Kitaplarında İstanbul yaşamının özel inanışları, toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler, kadın erkek ilişkileri gibi konular halkın özgün konuşma biçimleri korunarak, çok defa gülünç, bazen hüzünlü olarak işlenir. Romanımıza “mahalli renk” ilk kez onunla girer. Yazarlık yaşamına 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde başlar. 1896’da İkdam gazetesinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarlıktan gelir. Bu sayede Heybeliada’da şimdi müze olan köşkünü alır. 1908 Meşrutiyet’inden sonra Ahmet Rasim’le Boşboğaz adında bir mizah gazetesi çıkarır. İlk soruşturmaya böylelikle uğrar. Gazetesi kapanır. İkinci kez Ben Deli miyim? romanıyla mahkemelik olacak ve yine beraat edecektir. Çoğu roman olmak üzere öykü, tiyatro, makale ve eleştiri türünde altmışın üzerinde kitabı bulunmaktadır. 


Yorumum:

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğumuz, okurken birbirimizi korkuttuğumuz ve beraber güldüğümüz bir kitapla geldim.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Gulyabani. Benim yayınevi tercihim günümüz Türkçesinden dolayı @isbankasikulturyayinlari oldu. Ama etkinliklerimize istediğiniz yayıneviyle katılabilirsiniz.
Kitabımıza gelince; Muhsine talihsiz bir evlilik yapmış kimsesiz bir kadındır ve işe ihtiyacı vardır. Annesinin bir arkadaşı ona sıkı ağızlı olması şartıyla bir konakta iş bulur. Ve dağlar aşarak kuş uçmaz kervan geçmez bir yere götürür. Ve Heidi'nin teyzesi misali Muhsine'yi orada bırakarak kaçar. Muhsine evin iki hizmetkar kadınından tekin olmayan ev hakkında uyarılar alarak, geceleri cinlerin, perilerin, tüylü ve gulyabanilerin cirit attığı konakta yaşamaya başlar.

Evin türlü cins sakiniyle karşılaştıkça "sana edecek bedduam kalmadı Ayşe kadın" diyerek annesinin arkadaşının sık sık kulaklarını çınlatır.

Fakat ne çare mecburen kilitli tutulduğu bu hayata uyum sağlamaya başlar ve periler bunu pek sever. Ah bununla kalsalar ya, kalmazlar efendim.

Neyse devamı kitapta diyor, tekerlemeleri çok beğendim diyorum. Hatta bir tanesini kendime uyarladım. "Benim adım dendenak... " okuyanlar devamını biliyor neyse. 😉

Türk klasikleri, özellikle Hüseyin Rahmi Gürpınar tavsiyemdir. Hiç sıkılmadan bir çırpıda okurken, o dönemin yaşantısına, düşünce tarzına bir kapı aralayacaksınız.
Görüşmek üzere 👻🤣

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Ahmet Mithat Efendi - Dolaptan Temaşa

Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Ömer Aslan

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Ahmet Mithat’ın “Maksadımız yeniçeriliğin mevcut olduğu zamanlardaki eğlencelerin bazılarını anlatmak” diye bahsettiği Dolaptan Temaşa’da pek de bilmediğimiz yaşayışıyla bir dönemin kapıları aralanıyor. İstanbul’un mahalle kahveleri, “helva sohbetleri”, giyim kuşam ve âdetleri, hatta eşyasıyla... Kısa, ancak oldukça zengin içeriğiyle roman Behram Ağa, Dilber Leyla, Yeniçeri Zorlu Mustafa ve Paşalı Ahmet Ağa karakterleri arasında gelişen komedi ve gerilim unsuruyla bezeli, cinayetlere varan olayları konu alıyor.

Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)

Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarındandır. Gazetecilikle başladığı yazı hayatına hikâye ve roman yazarlığını da ekleyerek çeşitli alanlarda sayısı yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gördüğünden ansiklopedik bilgilerle dolu eserlerinde okuyucuyla daima diyalog halindedir. Sofya’da Tuna gazetesinde önce yazar, daha sonra başyazar olarak gazeteciliğe adım atar. Mithat Paşa’yla gittiği Bağdat’ta ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin de bulunduğu oldukça geniş kültürlü bir çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Tahtakale’deki evinde kendi matbaasını kurup kitaplarını yayımlamaya başlar. Bir yandan da yayımladığı Devir, Bedir, Dağarcık, Kırkambar gibi gazete ve dergilerle gazeteciliğe devam eder. Yazılarından dolayı Abdülaziz yönetimi Namık Kemallerle birlikte onu da sürgüne gönderir. Üç yıl süren Rodos sürgününde çocuklar için bir okul açarak ders vermeye başlar ve ilk romanlarını yazar. İstanbul’a döndüğünde çeşitli memuriyetlerde bulunur ve Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i kurar. Hemen her konuda, üstelik yeni tekniklerle de yazan Ahmet Mithat’ın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum:

Ekim 2019 itibariyle @okuyan_kadinlar_kulubu nün #türkklasikleriserisi kitabını okuyup bitirmiş bulunmaktayım.

İş Bankası Kültür Yayınları öyle bir hızla seriye devam ediyor ki, yıllardır okuyalım deyip ama bir türlü başlamadığımız Türk klasikleri bu sayede su gibi okunup gidiyor, niyeyse ihmal ettiğimiz edebiyat eserlerimiz kıymetini buluyor.

Kitabımıza gelince, ilk başlarda bu kitabın konusu nereye bağlanacak derken, birden şaşırtıcı bir şekilde olayların gelişmesi ile sonun nasıl geldiğini anlayamadan bitti.

Yıl 1826'dan önce çünkü o tarihte yeniçerilik kaldırıldığı ve kitapta bir yeniçeri olduğuna göre. Ve o dönemde sosyal hayatın kadınların evde oturup, erkeklerin gece hayatının ilginç detaylarını okuyarak bu kitapla aydınlanmış oluyoruz😖 Behram Ağa yağlıkçı (eskinin peçetesi) esnafından yaşını başını almış bir adamdır. Bir gün arkadaşları ile rakı içmek için bir Yahudi meyhanesine giderler ve biz bu arada dönemin yaşayış tarzı hakkında epey bilgi sahibi oluruz. Arkadaşları teker teker masadan kalkarak ona hesabı bırakıp kaçınca Behram Ağa kendine yapılan oyunu anlayıp, helva sohbetinin yapılacağı eve gitmeye karar verir. Bu arada helva sohbetleri gece geç vakit evlerine gitmek yerine erkeklerin toplanıp birbirlerine garip şakalar yaptıkları toplantıların adı😳 Ama Behram Ağa bilmediği bir mahallede olduğundan yanlış bir eve düşer (evet gerçekten yuvarlanıp düşüyor) ve esas olay burada başlar. Ahh o kedi yok mu kedi her şeyi o belli etti diyorum ve susuyorum😼

Esas kitabın son bölümünde güzel bir ders vardı. Sır tutmak. Günümüzde artık pek kalmayan, herkesin bak ben ne öğrendim ya da bak ben senin bilmediğin neler biliyorum diyerek kendilerine dertleşirken verilen sırları ortaya saçan insanların iki yüzlülüklerine ders verir nitelikteydi. Allah yolumuzu böyle insanlardan ayrı tutsun diyerek cuma duasını yaparak yorumuma son veriyorum.
Görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Muallim Naci - Ömer'in Çocukluğu


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Kaan Tanyeri

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular... Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi’den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde kaybolduğunda duyduğu çaresizlik... Muallim Naci, hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları öyle canlı anlatıyor ki tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine bizi bırakıveriyor; üstelik eski İstanbul da semtleri ve yaşayışıyla yanımızda olarak.

Muallim Naci (Ömer) (1850-1893) 

Muallim Naci, Saraçhanebaşı’nda saraçlık yapan Ali Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın oğulları olarak Fatih’te dünyaya geldi. Babasının vefatı üzerine annesi ve kardeşleriyle Varna’ya, dayısının yanına yerleştiler. Fatih Fevziye Mektebi’nde başlayan eğitimine Varna’da devam eden Naci, bir yandan medrese eğitimi görürken bir yandan da özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Hattatlıktan icazet aldı. Muhayyelat-ı Aziz Efendi romanındaki Naci karakterinden etkilenerek bu adı kendisine mahlas olarak seçti ve ilk şiirlerini de Naci mahlasıyla bu dönemde yazdı. Tercüman-ı Hakikat’e şiirlerini gönderen Naci, Varna’dan İstanbul’a döndüğünde bu gazetenin edebi sütunlarını yönetmeye başladı. Burada yayımladığı eski tarz şiirler eski-yeni tartışmasında bir kutuplaşma yarattı ve gazetenin sahibi Ahmet Mithat’ın tepkisini çekti. Arkadaşlarıyla beraber gazeteden ayrılan Muallim Naci Saadet ve Mürüvvet’te yazılarını yayımladı; Mecmua-i Muallim dergisini yönetti. Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat öğretmenliği yapan Muallim Naci, Tanzimat Dönemi edebiyatımızın meşhur ve önemli simalarındandır. Yeni kültüre sahip, milli değerlere bağlı, edebiyatta eskiyi savunur görünmekle beraber dilin sadeleşmesi ve edebiyatın yenileşmesine hizmet etmiş bir yazardır. Şairliği, sözlük çalışmaları, çevirileri ve yazarlığıyla Tanzimat edebiyatının yine çok yönlü isimlerinden olan Muallim Naci’nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi’nde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum: 

@okuyan_kadinlar_kulubu nün Eylül 2019 #türkklasikleriserisi kitabı Muallim Naci'den Ömer'in Çoculuğu idi.

Ömer yazarın kendisi. Çocukluğuna ait hatırında kalmış bölük bölük anıları aklına geldiği gibi yazmış. Büyüklerin hiç düşünmeden yapılan ufak davranışlarının bile çocuk benliğinde nasıl etkiler bıraktığına değinmiş ama en çok da babasının ölümü onda en derin izi bırakmış. 😔

Bir saat gibi bir sürede okunan bir eser. Ah çocuk ah diyerek bitirdim.

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Mizancı Murat - Turfanda mı Yoksa Turfa mı?


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Birol Emil

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanının kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa'dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul'a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat'tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı'nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne serilir. Mizancı Murat okura, zamanın yeni mahsulü Mansur gibilerinin, “İlerde çoğalacak benzerlerinin ilk önceleri, yani turfandaları mıdır yoksa kimsenin beğenmeyeceği cemiyet düşkünleri, yani turfaları mıdır?” sorusunu sordurur.

Mizancı Murat (1854-1917) 

Gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazar Murat Bey, Dağıstan'da doğdu. Rüştiye ve idadi öğrenimini burada tamamladı. Rusya'da tıp eğitimi aldıktan sonra 1873'te İstanbul'a giderek Hariciye Nezareti Matbuat Kalemi'nde çevirmen olarak çalıştı. Mekteb-i Mülkiye'de siyasal tarih ve coğrafya dersleri verdi. Darülmuallimin'de hocalık ve yöneticilik yaptı. İttihat ve Vakit gazetelerinde Türk-Rus savaşı ve dış politika konularındaki yazılarıyla kendini gösteren Murat Bey, 1886'dan itibaren çıkardığı Mizan gazetesiyle Osmanlı basınında önemli bir yer edindi. Yazıları nedeniyle gazete sansüre uğrayarak zaman zaman kapatıldı. İstanbul'da ilk örgütlü muhalefet hareketleri başladığında Jön Türkler kendilerine yakın gördükleri Murat Bey'in hareketin başına geçmesini istediler. Sarayın baskısı karşısında 1895'te Paris'e kaçan Murat Bey önce Kahire, sonra Paris ve Cenevre'de yeniden çıkardığı Mizan ve ayrıca yayımladığı siyasi risaleleriyle Avrupa'da ve Türkiye'de büyük tesir uyandırdı. II. Meşrutiyet'in ilanını takiben Mizan'ı tekrar çıkararak eski partisiyle anlaşma ümidini, Avrupa'dan dönmesini affetmeyen İttihat ve Terakki liderleri boşa çıkarınca, o, tesiri 31 Mart hadiselerine kadar uzanan şiddetli bir muhalefete geçmiştir. Olaydan birkaç gün sonra, irtica ve askeri ihtilal çıkarmak suçuyla tutuklanarak ömür boyu kalebentliğe mahkûm edilip Rodos'a sürülür. Midilli'de tamamladığı sürgünlüğünden 1912'de çıkarılan kısmi af üzerine İstanbul'a dönmüş, Peyam ve Peyam-ı Edebi'de yazmaya devam etmiştir.

Fatma Aliye - Refet


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Senem Timuroğlu

Basım Tarihi: Kasım, 2018

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Refet, Türk edebiyatında yer alan ilk kadın öğretmen başkarakterdir. Türkçenin ilk kadın romancısı Fatma Aliye’nin kaleminden çocukluktan genç kadınlığa, elindeki tek sermayesi aklı olan yoksul bir kızın öğretmen okulundan mezun olarak tek başına ayakları üzerinde durma hikâyesini okuruz. Refet farklı kadınlıkları, sınıflar arası kadın dayanışması ve kadınların gündelik yaşamlarını oldukça yalın bir biçimde anlatır.

Fatma Aliye (Topuz) (1862- 1936) 1889’da “Bir Kadın” imzasıyla çevirdiği, George Ohnet’den Meram romanıyla edebiyat dünyasına ilk adımını atar. 1891’de yayımlanan ikinci yapıtı Hayal ve Hakikat’i Ahmet Mithat’la yazar. Çok geçmeden sırasıyla Muhadarat, Refet, Levayih-i Hayat, Udi ve Enin romanları kendi adıyla yayımlanır. Refet ve Udi Türk edebiyatının çalışıp ayakları üzerinde duran ilk kadın karakterlerini anlatır. Romanlarındaki başkarakterlerin hepsi mücadeleci ve güçlü kadınlardır. Yapıtları yurtdışında ilgi görür. Udi romanı 1899’da Gustave Séon tarafından Fransızcaya çevrilir. Ev ziyaretleri yapan Avrupalı kadın gezginlerin Osmanlı kadını hakkındaki yanlış izlenimlerini değiştirmek için kaleme aldığı Nisvan-ı İslam 1894’te Rus şarkiyatçısı Olga de Lebedef ve Nazimé Roukié tarafından Fransızcaya ve Beyrut’ta tefrika edilmek üzere Arapçaya çevrilir. 1893 Chicago Kitap Fuarı için hazırlanan “The Woman’s Library of The World’s Fair” adlı kataloğunda biyografisi ve kitapları yer alır. Filozofların biyografilerinden oluşan Teracim-i Ahval-i Felasife adlı yapıtıyla felsefi bir deneme olan Tedkik-i Ecsam Türkiye’de bir kadın kaleminden çıkan ilk felsefe yapıtlarıdır.

Kosova Zaferi ve Ankara Hezimeti ile yarım kalan Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı bir kadın yazara ait ilk tarih yapıtlarıdır. İslam’ın ilk zamanlarında yaşamış kadınların biyografilerini yazdığı Nâmdârân-ı Zenân-ı İslâmiyân çalışması ise bugün yeni yeni oluşmaya başlayan feminist tarih bilincinin erken örneğidir. Kadınlara ait en uzun süreli yayın olan Hanımlara Mahsus Gazete’nin ilk günden itibaren etkin bir kalemi olan Fatma Aliye, makalelerinde İslam’ı ataerkil yorumlarından sıyırarak yorumlamayı önerir ve çokeşliliği, evlilik ve örtünmeyi bu yaklaşımla ele alır. Fatma Aliye, döneminde büyük bir cesaret, inat ve direniş sergileyerek kalemi elinden bırakmamış, kendinden sonra gelen kadın edebiyatçıları da yazılarıyla desteklemiştir.



Yorumum:

@okuyan_kadinlar_kulubu ile her ay @isbankasikulturyayinlari yayın sırasıyla (isteyen başka yayınevinden okuyabilir) her ay bir Türk klasiği okuyoruz.

Bu ay sıra Fatma Aliye'den Refet'yeydi.

Fatma Aliye ilk Türk kadın romancı. Çeviriler yapmış. Yurt dışında tanınmış. Romanlarında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan Osmanlı kadınını yazmış. Refet de onlardan biri.

Refet, babası küçük yaşta ölünce üvey kardeşlerinden dayak ve eziyet görmüş, aynı şiddeti kendisi ile yaşayan annesi elinde avucunda ne varsa satarak onu İstanbul'a getirmiştir. Zengin akrabalardan bir iyilik bulamayan anne çamaşıra giderek kızını okutmuş, başarılı bir öğrenci olmuştur Refet. Öğretmen olmak istemektedir ki annesini çalıştırmasın, kendi ayakları üzerinde durabilsin. Biz Refet'in, annesinin, Şule'nin üzerinden kimsesiz kadınların hayatta kalma mücadelesini okuyoruz kitapta.

Yüz yıldan daha fazla zaman önce yazılsa da bugünün kadınlarına güzel dersler veren bir kitap Refet. Ayaklarınızın üzerinde durun, eğitiminizi tamamlayın, meslek sahibi olun, kendinize güvenin, güzel dostlar edinin, vaktinizi boşa harcamayın. Ve belki daha fazlası.

Yeni bir kitap yorumunda görüşmek üzere 💜

Not: Yorum instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylamış olduğum yorumdur.