14 Nisan 2020 Salı

Kazakistan Pişisi


Merhaba,

Biraz içimi döküp tarife geçeceğim. Aslında amaç içimi dökmek sanırım.

Bolca isim değiştiren blogum en son bu isimle yoluna devam ediyor. Hayat Kitapla Güzel. Ama ben bu ismi aldıktan belli bir süre sonra bundan da bıkmıştım. Çünkü her söyleyişte içimden aile, sağlık diye daha öncelikli kıymetlilerim geçiyordu. Ama bu blogumun adı her zaman diğerleri tam olunca tadı olan bir şey. Hayat Kitapla Güzel ama ailen yanındaysa (son iki yıldır eşimin gurbette olması), Hayat Kitapla Güzel ama ah bu pandemi olmasa.

Korona salgını başladığı günlerde akupunkturla zayıflama, migren, vertigo için doktora gidip gelmeye başlamıştım ve dünya korona haritasını ilk doktorun bilgisayarında görmüştüm. Yanlış hatırlamıyorsam rakam 42 bin civarıydı. Ve günlerden cuma idi. Yine yanlış hatırlamıyorsam pazartesi okula gidince (nöbetçiydim) boş dersi olan bir sınıfta bu haritayı akıllı tahtadan açtım ve rakam 70 binleri geçmişti ve öğrencilere hem virüsü anlatıp, sayının birden iki günde hızla arttığını söylemiştim. Şimdi dünyamızın geldiği nokta iki milyona yaklaştı. Göre göre bu noktaya geldik. Elimizden bir şey gelmiyor. 48 yıllık hayatımda ilk defa böyle bir şey görüyorum. Daha önce virüsler çıkmadı mı ortaya, çıktı. Domuz gribi, kuş gribi, ebola duyduk hep. Ama evinizden çıkmayın diye günde onlarca kez şehir anonsu yapılıp, televizyonda hep aynı uyarı dönecek şekilde bir salgın ilk defa gördüm, görüyoruz.

Bir bilim kurgu filminin içine sıkışmış gibiyiz. Kahraman bir grup bizi kurtarsın diye bekliyoruz. Bizim kahraman grubumuz doktorlarımız, hemşirelerimiz, paramediklerimiz, sağlık çalışanlarımız ve bilim insanlarımız. 

Konfor alanımız evlerimiz birden hapishanelerimiz oldu. Her gün işe gidip akşamları kendimizi zar zor, yorgun argın içeri atarken, hafta sonları şöyle ayağımı uzatıp rahatça oturayım isterken (ama evde kaldığımız o günlerde hafta içi biriken ev işleriyle uğraşırken) birden dört duvarımız arasında sıkışıp kaldık. Çaresizce. 

Üstelik dışarıda hala akıp giden bir hayat var. Ben markete bile öteleyerek giderken, evine ekmek götürmek için çıkıp çalışanlar var. 

Bugün bu kadar. Tarife geçmeden önce maya konusuna geleyim. Dediğim gibi okullar tatil edilmeden bir süre önce diyetteydim ve glutensiz beslenme tavsiye edilmişti. Evde gluten içeren besinler yoktu. Maya yoktu, kabartma tozu yoktu. Okullar tatil edilince annem (bizi ziyarete gelmişti) marketten bakliyat, un vs birer paket alıp eve atmıştı. Normal bir alışveriş gibi. Stok diye bir şey değil yani. Neyse maya bulamamış, bende o günden beri markette maya bulamadım hiç. Ve geçen gün dolabı toparlarken 1 paket mayanın kutunun dibinde kalmış olduğunu gördüm. 

Nerede kullanacağıma karar verememiştim ki, bu sabah kalkınca Çernobil'de orman yangını (birkaç gündür biliyordum) ve 15'inden itibaren Marmara Bölgesine hava olayları görünce, glutensiz beslenmek buraya kadar, o son paketi kullanayım dedim ve you tube da görüp aklıma not ettiğim Kazakistan pişisini yapayım dedim. Bu arada Trakya'da pişiye lokma deniyor, biz İç Anadolu insanı mayalı deriz. 

Gelelim tarife:

(Bir dönem okulda yan branşım yiyecek içecek derslerine girdim, o yüzden açıklayıcı yazmaya çalışacağım)

Ön hazırlık: 

Normal bir su bardağı ile

- 1 bardak ılık süt
- 1 bardak ılık su
- 1,5 yemek kaşığı toz şeker (orijinal tarifte 2 yemek kaşığı ama bence çok şekerli olmuş tadı)
- 1 paket instant maya (ben Dr. Oetker kullandım)
- 1 bardak un (elenmiş olursa daha iyi olur)

Bu malzemeler elde tel çırpıcı ile çırpılıp, ağzı kapatılarak en az 15 dakika oda sıcaklığında bekletilir. Maya bu esnada ılık malzemeler ve şekerin etkisiyle aktifleşip, çoğalmaya başlayacak.

İkinci aşama:

Ön hazırlıkla aktifleşen karışımın içine (yukarıdakinden bahsediyorum), 

- yarım çay bardağı sıvı yağ
- 1 yumurta
- 1 tatlı kaşığı tuz
-ve yumuşak ve pürüzsüz bir hamur elde edinceye kadar azar azar eklediğimiz aldığı kadar un. 

İlk üç malzemeyi ekleyip, unu azar azar eleyerek ekleyiniz. Hamur ne zaman toparlanıp ben oldum der farkına varırsınız zaten.

Bu hamurumuzu yine üstünü örtüp en az yarım saat dinlendiriyoruz. (Öneri: ben kapaklı bir hamur kabı almıştım, hamuru bunun içinde hazırlayıp dinlendirme aşamasında üstüne buzdolabı poşetini bir tarafından keserek tek kat yapıyorum ve hamurun üstünü örtüyorum. Kabın kapağını kapatıyorum. Bu işlemden sonra buzdolabı poşetini atmayın lazım olacak).

Üçüncü aşama:  

Artık elimizde mayalanmış bir hamurumuz var. Bu aşamada tekrar yoğuruyoruz. Hamur bozulmuyor, korkmadan yoğurun. Tezgaha un dökerseniz yapışmayı önlersiniz. Daha sonra hamuru açıyoruz (ben merdane kullandım, oklava da olur)  ve çay bardağının ağzıyla kesiyoruz. Benim kurabiye kalıbım vardı, onunla yaptım. arada kalan hamuru tekrar toparlayıp, açıp, tekrar kesiyoruz. Kestiğimiz parçaları üzerini örterek (o buzdolabı poşetini biraz önce atmadınız umarım) 15 dakika daha bekletiyoruz.

Son aşama: 

Yağımızı kızdırıyoruz. Orta ateşte (hızlı ateş olursa içi pişmez) hamurlarımızı pişiriyoruz ve en son yiyoruz. :)

Afiyet olsun. 

Not: İçine bolca sevgi katın.