24 Ekim 2020 Cumartesi

Sara Shepard - The Lying Game Serisi


The Lying Game Serisi 







 

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 6 - Cennette Yedi Dakika


İngilizce Adı: Seven Minutes in Heaven

Seri: The Lying Game Serisi 6

Basım Tarihi: Ocak, 2020

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 336

Çeviri: Gülfem Çırak

Konusu:

Kardeşim gerçeği istiyor.

Ancak bazen gerçekler can yakar.

Hiç tanışmadığım ikizim Emma aylardır benim hayatımı yaşıyor ve cinayetimi çözmeye çalışıyordu. Arkadaşlarım ve ailem hakkındaki karanlık sırları ortaya çıkarıp karmaşık geçmişimi çözdü. Ancak sıra katilimi bulmaya geldiğinde sürekli çıkmazlarla karşılaştı.

Ta ki cesedim Sabino Kanyonu'nda bulunana dek. Artık herkes Sutton Mercer gibi görünen iki kız olduğunu… ve birinin öldürüldüğünü biliyor. İlk başta polis, ölenin Emma olduğunu sandı ancak sorular sorulmaya başlandığında ikizimin benmiş gibi rol yapması çok zorlaştı. Gerçekler önünde sonunda su yüzüne çıkar. Ve çıktığında, Emma cinayetimin tek şüphelisi olarak görülecek. Bir an önce katilimi bulmazsa kendisi parmaklıklar ardında bulması an meselesi. 

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 5 - Yeminler ve Yalanlar


İngilizce Adı: Cross my heart, hope to die

Seri: The Lying Game Serisi 5

Basım Tarihi: Ocak, 2020

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 304

Çeviri: Gülfem Çırak

Konusu:

Ben Olmak Kolay Değil ,

Ama İkiz Kardeşimin Başka Çaresi Yok.

İki ay önce öldüğümde katilim, ikiz kardeşimi tehdit ederek yerime geçmeye zorladı. Şimdi Emma benmiş gibi rol yapıyor. Saçlarını Sutton Mercer'ın imzası olan şekilde savuruyor ve Yalan Oyunu şakalarını mükemmel bir şekilde planlıyor.Beni evlat edinen ailemle ilişkimi bile yavaş yavaş düzeltiyor. Tek yapamadığı şey, cinayetimi çözmek.

Sonra biyolojik annemiz, bizi terk edip giden kadın, Tucson'da ortaya çıkıyor. Emma onu on yıldır görmedi ama Becky kızını anında tanıyor. Hem de Emma olarak. Bu bir annenin içgüdüsü mü… yoksa Becky benim öldüğümü zaten biliyor mu?

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 4 - Saklambaç


İngilizce Adı: Hide and Seek

Seri: The Lying Game Serisi 4

Basım Tarihi: Ocak, 2020

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 286

Çeviri: Gülfem Çırak
Konusu:

Arkadaşlarim ve Ben Eskiden Yalan Oyunları Oynardık. Şimdi İkiz Kardeşim Bir Yalanın İçinde Yaşamak Zorunda.

Ben hayattayken ailem kusursuz görünürdü. Üvey anne-babam bana hayrandı ve küçük kardeşim Laurel her hareketimi taklit ederdi. Ancak şimdi, uzun zamandır varlığından haberdar olmadığım ikizim Emma, cinayetimi çözmek için yerime geçti ve ailemin aslında pek de kusursuz olmadığını ikimiz birlikte yavaş yavaş görmeye başladık. Eski erkek arkadaşımla gizlice görüşen Laurel, Emma'yla hiç anlaşamıyor. Anne ve babam ise bizden çok büyük bir sır saklıyor. Belki de ölümüme neden olabilecek bir sır. Gerçeği saklı tutmak için ne kadar ileri gidebilirler? Artık bana kimse zarar veremez ancak Emma hala orada ve eğer dikkatli olmazsa onun da kara toprakla buluşması yakın olabilir.

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 3 - İki Gerçek Bir Yalan


İngilizce Adı: Two Truths and a Lie

Seri: The Lying Game Serisi 3

Basım Tarihi: Kasım, 2018

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 288

Çeviri: Gülfem Çırak

Konusu:

Tüm Hayatınız Yalan Olsa Ve Kime Güveneceğinizi Bilemeseniz Ne Yapardınız?

Gerçeği Bulmak İçin Ne Kadar Derine İnerdiniz?

Katilim dışarıda bir yerde. Ve ikiz kardeşimi öldürmek için bekliyor olabilir.

Ben ölmeden iki ay önce, en yakın arkadaşımın ağabeyi ortadan kayboldu. Thayer nereye gitti ya da neden gitti hiçbir fikrim yok ama gitmesinin benim suçum olduğunu biliyorum. Hayattayken pek çok korkunç şey yaptım. İnsanların benden nefret etmesine, hatta belki de öldürmek istemesine neden olacak şeyler.

Cinayetimi çözmeye kararlı olan ikiz kardeşim Emma, benim yerime geçince arkamda bıraktığım gizemleri teker teker ortaya çıkarmaya başladı; esrarlı günlüğüm, karmakarışık aşk hayatım ve insanlara yaptığım tehlikeli Yalan Oyunu şakaları… Ayrıca arkadaşlarımın en karanlık sırlarını da öğrendi ama Thayer’ın geçmişini araştırmaya hiç şansı olmadı… Ta ki şimdiye dek.

Thayer artık geri döndü ve Emma onun intikam peşinde olup olmadığını öğrenmek için acele etmek zorunda.

Belki de Thayer intikamını çoktan aldı.

“Yalan Oyunu serisi gözünüze uyku girmeden okuyacağınız türde bir gerilim… Ters köşe nüansları şaşırtıcı derecede akla yatkın.”
VOYA

“Keyifli ve kurgunun hızla geliştiği bir gizem… Emma ipuçlarını bir araya getirdikçe okurlar sayfalarla adeta yarışa girecek ve bir sonraki adımı hesap etmeye epey kafa yoracak.”
Publishers Weekly

“Romantizm ve tehlikenin tam dozunda harmanlandığı gerilim dolu bir roman.”
School Library Journal

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 2 - Bir Daha Asla


İngilizce Adı: Never Have I Ever

Seri: The Lying Game Serisi 2

Basım Tarihi: Haziran, 2018

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 304

Çeviri: Gülfem Çırak

Konusu:

Mükemmel Hayatım Bir Yalandı.

Şimdi Gerçeği Ortaya Çıkarmak İçin Elimden Geleni Yapacağım.

Kısa süre önce bir kızın dileyeceği her şeye sahiptim: muhteşem dostluklar, yakışıklı bir erkek arkadaş, sevgi dolu bir aile… Ama şimdi hiçbiri benim gittiğimi –öldüğümü– ve ikiz kardeşim Emma'nın yerime geçtiğini bilmiyor. Emma katilimi bulmak için derinlere indikçe başka gizemler su yüzüne çıkıyor. Arkadaşlarımla birlikte, sırf eğlence için kötü oyunlar oynamışız; insanların hayatlarını cehenneme çeviren oyunlar… Bu sebeple önce benim, şimdi de Emma'nın peşine düşen katil… benden intikam almak isteyen herhangi biri olabilir.

“Yalan Oyunu serisi gözünüze uyku girmeden okuyacağınız türde bir gerilim… Ters köşe nüansları şaşırtıcı derecede akla yatkın.”
- Voya

“Keyifli ve kurgunun hızla geliştiği bir gizem… Emma ipuçlarını bir araya getirdikçe okurlar
sayfalarla adeta yarışa girecek ve bir sonraki adımı hesap etmeye epey kafa yoracak.”
- Publishers Weekly

“Romantizm ve tehlikenin tam dozunda harmanlandığı gerilim dolu bir roman.”
- School Library Journal

Sara Shepard - The Lying Game Serisi 1 - Yalan Oyunu


İngilizce Adı: The Lying Game

Seri: The Lying Game Serisi 1

Basım Tarihi: Kasım, 2017

Yayınevi: Martı Yayınları

Sayfa Sayısı: 304

Çeviri: Çiğdem Casagrande

Konusu:

Başka birinin sahip olmak için cinayet işleyebileceği bir hayatım vardı.

Derken biri bunu yaptı.

Pek fazla şey hatırlamıyor olabilirim, ama muhteşem bir hayat yaşadığımı biliyorum. Ölürken bile başkasının sahip olmadığı bir şeye sahiptim: Hiç karşılaşmadığım ikiz kardeşim sayesinde tekrar sahneye çağrılma şansına. Başıma gelenleri öğrenmek için Emma'nın yerime geçmesi gerekiyordu. Peki, en yakın arkadaşlarımın şakalarını kaldırabilecek miydi?

Erkek arkadaşımı, aşkıyla tutuştuğu o kız olduğuna ikna edebilecek miydi? Aileme kendi kızlarıymış gibi iyi geceler öpücüğü verebilecek miydi? Katilimin onun her adımını izlediğini anladığında bile gösteriye devam edebilecek miydi?

27 Eylül 2020 Pazar

Nora Roberts – Eve Dallas (In Death) Serisi 35 - Ölüm Sanrısı


İngilizce Adı: Delusion in Death

Seri: Eve Dallas (In Death) Serisi 35

Basım Tarihi: Haziran, 2019

Yayınevi: Epsilon

Sayfa Sayısı: 376

Çeviri: Tuba Özkat

Konusu:

“Âdeta gelecekte geçen, inanılmaz sürükleyici bir polisiye.”
–Entertainment Weekly

“Roberts’ın Ölüm serisi kesinlikle kaçırılmamalı.“
–Harlan Coben, New York Times çoksatan yazarı

“Muhteşem karakterler, beklenmedik gelişmeler ve gergin atmosferiyle, Roberts başarılı bir kurgu kaleme almış.”
–Dennis Lehane, New York Times çoksatan yazarı

Sıradan bir akşamüstüydü. İnsanlar yorucu bir işgününü üstlerinden atmak için bara gelmişti… sakin ve çakırkeyf bir hava vardı, ta ki herkes aklını yitirene kadar. On iki dakika süren kaos ve vahşetin ardından seksenden fazla kişi öldü.

Teğmen Eve Dallas bu tuhaf ve korkunç olayı çözmekle görevlendirildi. Olaydan kurtulanlar canavarlar, arı sürüleri gibi şeyler gördüklerini söylüyor, birdenbire başlayan bir korku, öfke ve paranoya nöbeti yaşadıklarını anlatıyorlardı. Laboratuvar inceleme yapınca hayatta kalanların söyledikleri anlam kazandı: İnsanları doğrudan öldürmese de delirmiş gibi davranmalarına sebep olan bir uyuşturucu maddeye maruz kalmışlardı. Birbirlerini öldürmeye başlamalarına sebep olabilecek bir uyuşturucu.

Fakat bu dehşete kimin sebep olduğunu bilmiyorlardı. Eve’in eşi Roarke barın sahibiydi ama saldırının kendi şahsına yönelik olmadığına inanıyordu. Daha büyük bir mesele vardı. Eğer Eve suçluyu kısa süre içinde bulamazsa bu saldırı herhangi bir yerde her an tekrarlanabilirdi. Çünkü bu şey, her neyse, havadan bulaşıyordu…

Not: Tabi ki seriyi sırasıyla okumak arzum. Ama 34. yü okuduğum zaman 35. bulamam diye aldım, 17'den 35'e asla atlamam :(

9 Temmuz 2020 Perşembe

Lavinya Öz - Hiçbir Şeyini Bulamayan Adam

📚Merhaba,

Bugün yazarı Lavinya Öz'ün "en neşeli hikayelerim" dediği hikaye kitabıyla geldim.

Ayarsız, Porsuk Kültür, Tmolos, Deliler Teknesi ve Ve edebiyat dergilerinde yayınlanmış olan bu hikayelere yenilerini de eklemiş yazar kitap haline getirirken.

İçinde özellikle kitaba adını veren Hiçbir Şeyini Bulamayan Adam hikayesini çok sevmekle beraber, her birini ayrı ayrı sevdim. 

Hatta gülümseyerek okumamdan dolayı kızımın "bende okumak" istiyorum demesi beni ayrı memnun etti.

Hikayelerde kendinizi, eşinizi bulacaksınız. Komşunuzu, dayınızı, halanızı, kuzeninizi bulacaksınız. Hepsini çok tatlı bir dille bulacaksınız.

Mesela En İyi Sazanlar Burada hikayesini ben bir şekilde yaşadım. Araba Murat 127. İçine binen sayısı iki baba, iki anne 4 çocuk ve bir babaanne. Gidilen yer kaplıca. Neden çok mu gerekliydi, hayır ama çok eğlenceli ve üzerinden 40 yıl geçmesine rağmen tadı hala damaktaydı.

Lavinya Öz'ün kalemiyle tanışmak benim için bir keyifti. Kitap @kitappperisiyim ve @lavinyaoz çekilişiyle geldi bana. ♡♡♡

Görüşmek üzere 🥰

Not: Kitabın içindeki çizimlerde çok tatlı🤍

#hayatkitaplagüzel #dendenak #dendeninyörüngesi #hikayekitapları
#öykükitabı
#hiçbirşeyinibulamayanadam #lavinyaöz #ikinoktayayınevi #kitapyorumu #okudumbitti #tavsiyekitap

6 Temmuz 2020 Pazartesi

M.S. Asherson - Kehanet Vaatleri

📚Merhaba,

Biraz önce bitirip, çok beğendiğim bilim kurgu romanı Kehanet Vaatleri ile geldim bugün.

Normalde film olarak seyrettiğim bu tür (özellikle Uzay Yolu favorim) kitap olarak da beni kendine çok çekti.

Kitapta yer alan evreni, ırkları, olayları kavramam hiç zor olmadı. İlk bölümden itibaren  kurgu aktı gitti.

Kitabın konusuna gelince; Dünyalı Simon günümüz dünyasından yeni gezegenler keşfetmek için yola çıkan bir uzay pilotudur. Binlerce yıl sonra geleceğin evreninde o artık keşfettiği gezegenin sahibi bir yıldız efendisidir (fakir bir gezegen sistemi olsa da).

Geleceğin evreninde insanlar artık dünyanın kaynaklarını bitirmiştir.  Yerküremizi yaşanmaz hale getirdikleri için başka gezegenleri, güneş sistemlerini hatta galaksileri sömüren bir ırk olarak hayatlarını devam ettirmektedir. Bu arada ölüm ve doğum artık sadece fakirlere özgü olaylardır. Biraz atlas bulan tüm özler contraya girmektedir ki bu fikre bayıldım🥰 Contra kendi dnalarımızdan oluşturulan yeni bedene  bilincin aktarılmasıdır. Bu bedenlenme sırasında saç rengi vs değiştirilebiliyor üstelik (muhteşem).

İnsan Tacı'nda olan yarışmada Şansölye Qarnas'a düzenlenen suikast girişimi ile Dünyalı Simon kendini uzaylı kötü Barbarların saldırılarına karşı yapılan savaşın ortasında bulur.

Daha ne ayrıntılar, ayrıntılar. O kadar ince ince düşünülmüş ki, burada tekrara düşmüş burası eksik kalmış diyebileceğim en ufak bir ayrıntı bulamadım.

Ve en güzel tarafı, kitabın son cümlesi. Söylesem mi? Bu bir ilk kitap, yani devamı gelecek. Bu demek değil ki kitap yarım kalmış. Hayır bu kitap yarım kalmamış ama Dünyalı Simon'la daha çok uzay maceralarımız olacak demek.

Bu kitap bana çekilişle gelmişti. İyi ki diyorum. Devam kitabını merakla bekliyor olacağım.

Görüşmek üzere 🛸🛸🛸

Not: Ayraç bana kızım tarafından yapıldı. Ayrıca teşekkür ediyorum 🌍

#hayatkitaplagüzel #fenikskitap #dendenak #dendeninyörüngesi #kehanetvaatleri #bilimkurgukitapları #kitapyorumu #okudumbitti #msasherson

29 Haziran 2020 Pazartesi

Jeff Wheeler - Kingfountain Serisi 1 - Zehirci

📚Merhaba,

@okuyan_kadinlar_kulubu #birharfbirkitap etkinliğinde koca bir alfabeyi bitirmenin sevincini yaşıyoruz. 28 aylık bir süreç bitti. Gelecek ay yeni tur başlıyor. Yani "A" harfi ile başlayan kitaplar şimdiden hazırlansın. Benim her köşeden bir A harfi ile başlayan kitap fırladığı için aylık okumaları yığdığım (artık oradaki kitaplar için yığmak fiilini kullanabilirim ancak🙈), koltukta kitaplar bir kule şekline dönüştü bile. Ve tabiki çoğunu okuyamayacağım ama bir öneri paylaşımı yapabilirim.

Gelelim bugünkü paylaşımıma, Jeff Wheeler, Kingfountain Serisi birinci kitabı, Zehirci ile geldim bugün. (@olimposyayinlari seri bilgisini kapağa yazdıkları için 💕💕💕) Bu kitap @aylinin_kitaplari çekilişinden gelmişti ve bu etkinlik için ayırmıştım. Teşekkürler.

Konusuna gelince; Owen ailenin en küçüğü ve ailesine son derece bağlı, ayrıca okumayı kendi kendine öğrenmiş, son derece farklı bir çocuktur. Babası Lord Kiskaddon, baştaki krala sadakatini ispat etmesi gerekirken yanlış bir karar aldığı için Owen Kral Severn'in rehinesi olarak kraliyet sarayına götürüldüğünde sadece sekiz yaşındadır.

Orada karşısına Ankarette çıkar. Sarayda öldüğü sanılan bu kadının bazı özel güçleri vardır. Sadece geceleri ortaya çıkarak Owen'a saray hayatında işine yarayacak şeyler öğretir. Koruması altına alır. Ankarette aynı zamanda "Zehirci" dir.

Kitabın ilk 30 sayfasında atmosfere girmek için çabaladığımı söylemem gerek. Sebebi bu tarz kitapları çok okumamış olmam. Ama otuzdan sonra Owen, onun saraydaki hayatı, entrikalar, stratejiler, doğrular, yalanlar derken sonu zirvede bitti ki, devam kitabı Casus'u okumak için sabırsızlanıyorum. Ama eylülden önce olmaz. Neden? Sebep çok. Temmuz sonu taşınıyorum, sonra ev yerleştireceğim, sonra alışveris yapıp satın alacağım, bu arada kulüp C harfi ile başlayan kitaplara doğru yol almış olur ve belki bir ümit serinin üçüncü kitabı bizde yayınlanır😃

Görüşmek üzere🌊

#kingfountain #zehirci #jeffwheeler
#olimposyayınları #thequeenspoisoner #dendenak #dendeninyörüngesi #kitapyorumu #okuyankadinlarkulubu #okudumbitti

18 Haziran 2020 Perşembe

Tuğba Sarıünal - Fil Saati


Merhaba,

Bugün daha önce çok tavsiye edildiği için merak ettiğim bir yazarın bir kitabını bitirip geldim.

Tuğba Sarıünal'dan Fil Saati.

Ve kesinlikle çok sevdim. Neden? Çünkü kurgusu içinde yer alan konulara karşı her zaman büyük bir merakım vardı. Ve bir sonraki bölümde şöyle devam eder desem de tüm tahminlerimi alt üst eden bir kitaptı. Ters köşe yapmak için bir zorlama olmadan tahminlerimi çürüttü üstelik.

Ve en sevindiğim tarafı, bu maceranın henüz bitmemiş olması. Seri kitaplara bağımlı biri olarak gözlerim parladı resmen🤩

Konusuna gelince; bir sahafta başlıyor kitabımız. Güneş o atmosferi tarif ederken sizde orada buluyorsunuz kendinizi ve yere düşen kitabınızı Dünya yakalayıp size veriyor. Ne romantik bir karşılaşma değil mi? Ama bir adım sonrası havada uçan mermiler ve kuantum fizikçisi Dünya'nın komaya girmesi. Ve komiser Merih'in sahneye çıkması. Ekibiyle kuantum fizikçilerinin peşpeşe öldürülmesini araştıran komiserimiz Güneş'e önce zanlı gibi davransa da olayların gelişme şekliyle onunla beraber dosyada çalışmaya başlar. Çok anlatmayayım çünkü ne söylesem kitabın büyüsü bozulur.

Sadece aklımızda zamanda yolculuk mümkün mü? Geriye dönme imkanımız olsa nerelere gidip ne yapardık? İnsanın kaderine müdahale edebilir miyiz? Pek çok pek çok soru peşpeşe geliyor. 
Bu güzel kitabı @begusunkutuphanesi ve çok güzel bir ekiple okuduk. 💕💕💕 İkinci kitabın çıkmasını sabırsızlıkla beklerken, eylül ayı alışveriş listeme yazarın bende olmayan üç kitabını ekliyorum ( Akıl Tutulması'nı almıştım. Neden eylül çünkü artık yeni şehrime ve yeni evime geçmiş olurum diye düşünüyorum 🥰) Görüşmek üzere 🌿🌿🌿 #hayatkitaplagüzel #dendenak #dendeninyörüngesi #filsaati #tuğbasarıünal #destekyayınları #zamandayolculuk #kuantumfiziği #roman #tavsiyekitap #okudumbitti #kitapyorumu

17 Haziran 2020 Çarşamba

Paul Auster - Cam Kent

📚 #kitapalıntısı "New York gezmekle bitecek bir kent değildi, sonu gelmez bir dolambaçtı; ne kadar uzaklara giderse gitsin, kentin semtlerini ve sokaklarını ne kadar iyi tanırsa tanısın, kaybolmuş olma duygusundan kurtulamıyordu. Yalnızca kentte değil, kendi içinde de kayboluyordu. Ne zaman yürüyüşe çıksa kendisini geride bırakıyormuş gibi hissediyordu..." Merhaba,

@biryazarbinokur grubuyla bu ay @fatmainak seçimiyle Paul Auster okuduk. Çok şanslıydım çünkü Fatma doğum günümde New York üçlemesini bana hediye olarak almıştı. Çok teşekkür ederim 🥰

Kitabımızın yorumu biraz zor (bitti ama hala yankıları içimde çünkü) ama konusundan ufakça bahsedeyim.

Daniel Quinn bir yazardır. Kendi adıyla yazdıkları tutmayınca, takma bir isimle polisiye yazmaya başlamıştır. Karısı ve oğlunu yıllar önce kaybetmiş ve yalnız olarak (ruhen, bedenen çok yalnız) olarak yaşamaya devam etmektedir. Bir gece bir telefon gelir. Paul Auster aranmakta ve yardım istenmektedir. O an Paul Auster olmaya karar vererek belirtilen adrese gider. Ve olaylar başlar.

Yanlış bir telefonla başlayan olaylar okuyucu olarak bizi bazen Babil Kulesi'ne, bazen New York Sokakları'na, bazen Don Quijote romanına götürdü. Eminim New York'u bilen biri olsaydım onunla beraber sokak sokak gezecektim. Çok yorucu olacaktı, çünkü yürüdü yürüdü yürüdü... İlginç bir okuma yolculuğu idi. Üçlemenin ikinci kitabı ile bu yolculuğa devam edeceğim.

Görüşmek üzere 🌿

#hayatkitaplagüzel #dendenak #dendeninyörüngesi #camkent
#paulauster
#canyayınları #newyorküçlemesi #kitapyorumu #okudumbitti #biryazarbinokur

3 Haziran 2020 Çarşamba

Ahmet Mithat Efendi - Şeytankaya Tılsımı

Günümüz Türkçesine Uyarlayan: İsmail Kayapınar

Basım Tarihi: Haziran, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Ahmet Mithat Efendi Şeytankaya Tılsımı’nda gizemli bir aşk hikâyesini anlatırken batıl inançları da sebep olduğu sonuçlardan hareketle ele alır. Olayın Güney İtalya’da geçmiş olması medeniyetin çağdaş merkezi olarak değerlendirilen Avrupa’ya yönelik mesnetsiz hayranlığa örtük bir eleştiriyi de arka plana yerleştirir. Bununla birlikte eserin başında bir notla ŞeytankayaTılsımı’nı Fransızca bir hikâyeden yararlanmak suretiyle kaleme aldığını belirten Ahmet Mithat Efendi’nin yabancı bir tür olan romanın gelişmesi ve yerleşmesi için çeviriye verdiği önem şaşırtıcı değildir. Ancak Tanzimat döneminde uyarlanan veya yeniden yazılan kimi eserlerin ve yazarlarının ismen anılmaması pek yadırganmaz. Ahmet Mithat Efendi de Şeytankaya Tılsımı’nı yazarken yararlandığı eserin ve yazarının adını belirtmek gereğini duymamıştır.


Yorumum:

Merhaba,

Bugünlerde hiç hiç keyfim yok. Okumayı hep terapi gibi görmüş olsam da bu durumda okumak bile içimdeki sıkıntıya çare olamıyor.

Televizyonla yıllardır aramız nahoş, Netflix'ten dizi seyrediyordum arada onu da yapmıyorum son günlerde.

Twitterdan haberlere bakıyorum. Zorunlu tatil sebebiyle kararsızlık içinde debeleniyorum. Ailemin yanına gitsem mi, gitmesem mi? Bu bir tatil değil, biliyorum ama bu günlerde ailemle olmak güç verecek diye düşünüyorum.

Nasılsın diye soran arkadaşlarıma yarım saat karmaşık şeyler anlatıyorum, eminim onlarında psikolojisini alt üst ediyorum.

Vee böyle bir zamana denk gelen kitap 57 sayfa bile olsa, ne doğru dürüst okuyabildim ne de düzgün bir yorum yazabildim.

Bir kere kapağı son derece iç karartıcı. Belki benim içim kadar. Dili akıcı ve yazarın okuduğum üçüncü kitabı olunca yazara karşı ilk okuma sorunları yaşamadım.

Aslında alttan verilen mesaj (verilmek istendi mi bilmiyorum ama ben aldım) her ülkenin batıl inançları vardır, para herkesin gözünü döndürebilir, kötü insanlara karşı dikkatli olun, o İtalyan soylusundan koca olmaz (gözü dışarıda), davul dengi dengine, yamyamlık hoş değil, çoban kıza bak aklını kullandı vakit kazandı, Sastıma'yı kitap boyunca Satsuma okudum😬 ve hep kıyafetini turuncu düşündüm 🤣 (uyarmıştım tee yıllar önce ben ciddi kalamıyorum, birden gülme geliveriyo diye🤣🤣🤣) 

ile Türk klasiklerini okuyoruz. Siz hala bizimle okumuyor musunuz😵

Görüşmek üzere 👋

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde corona başlangıç günlerinde yazdığım yorumdur. (14 Mart'ta ve gitmedik şehir dışına, evdeyiz, haftada bir market için çıktım sadece dışarıya, biz içerideyken kıştan yaza döndük - her ne kadar şu an gök gürüldese de-)

Filibeli Ahmet Hilmi - A'mak-ı Hayal



Günümüz Türkçesine Uyarlayan:Mehmet Kanar

Basım Tarihi: Haziran, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanı kabul edilen A’mâk-ı Hayal, Filibeli Ahmet Hilmi’nin felsefi ve tasavvufi görüşlerini içermektedir. Romanın kahramanı Raci, içindeki şüphe ejderhasını susturmak ve mutlak hakikate ulaşmak için mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba’nın yardımıyla manevi seyahatlere çıkar. Raci bu seyahatlerinde hedefine ulaşmak için Buda’yla Hiçlik Zirvesi’ne, Yunan tanrılarının bulunduğu Olimpos Dağı’na, Hürmüz ile Ehrimen’in savaş meydanına, Simurg’un sırtında Merih gezegenine, Kaf Dağı’na ve daha birçok yere gider. Raci hakikatin peşinde nice âlemde, boyut ve mekânda dolaşırken biz okurlara Ahmet Hilmi’nin Doğu ve Batı felsefesi, tasavvuf, mitoloji, dinler tarihi üzerine kurduğu bu gerçeküstü romanı izlemek düşüyor -şaşkınlıkla, merakla ve zevkle…

Filibeli Ahmet Hilmi (Şehbenderzade, 1865-1914): Filibeli Ahmet Hilmi, Hacı Süleyman Bey ve Şevkiye Hanım’ın en büyük çocukları olarak Filibe’de (Bulgaristan) dünyaya geldi. Ailesi, Osmanlı’nın 93 Harbi yenilgisinden sonra, 1878 yılında yaşanan büyük göçle İstanbul’a yerleşince Filibe’de başladığı eğitim hayatına burada devam etti. Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’ni bitirip ilk olarak Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başladı. Sonra Duyun-ı Umumiye Nezareti’nde görev yaptı. Ardından Beyrut’a gönderildi. Beyrut’ta Jön Türklerle iletişim kurup oradan Mısır’a kaçtı. Mısır’da Çaylak adında bir mizah dergisi çıkardı. Bir süre sonra İstanbul’a döndü ve 1901 yılında Fizan’a (Libya) sürüldü. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’a gelerek Darulfünun’da felsefe hocalığı yaptı. İkdam, Şehbal, Yeni Tasvir-i Efkâr, Sırat-ı Müstakim gibi gazete ve dergilerde siyasi, felsefi yazılar kaleme aldı. Kendisi ayrıca İttihad-ı İslam, Hikmet, Coşkun Kalender, Millet ile Muhasebe, Münakaşa, Kanat ve Nimet adlı gazeteleri çıkardı. İttihat ve Terakki Fırkası, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Siyonizm ve Masonluk eleştirileri nedeniyle gazeteleri sık sık kapatıldı ve sürgüne gönderildi. II. Meşrutiyet döneminin önemli fikir adamlarından biri olan Ahmet Hilmi tiyatro, roman ve şiirin yanı sıra siyaset, felsefe, tasavvuf ve tarih gibi alanlarda da yazılar ve eserler kaleme almıştır. 


Yorumum:

Merhaba,

On gün olmuş bu arada, su gibi akıp geçmiş. Ve bu süre içinde çok fazla okuyamadığım bir gerçek.
Ve en sonunda @okuyan_kadinlar_kulubu ile her ay okuduğumuz Türk klasiklerini bitirerek geri döndüm.

Bu ay Filibeli Ahmet Hilmi'den A'mak-ı Hayal'i okuduk. Okuyan herkes çok beğendi. Ben uzun bir aralıkta okuduğum için güzel bulsam da esere hakkını veremediğimi düşündürttü bana.

Genel hatlarıyla hayatı ve varlığını sorgulayan Raci bir gün mezarlığın yanından geçerken içeri girer ve Aynalı Baba ile tanışır. Bu tanışma ona başka dünyaların kapılarını açar. Her buluşmada farklı bir bedene giren Raci, her seyahatten farklı bir tecrübeyle döner.

Türk edebiyatının ilk felsefi ve gerçeküstü romanını okumak farklı bir okuma yolculuğuydu.
Görüşmek üzere💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumumdur.

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Ahmet Rasim - Falaka


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hande Çetin Ongun

Basım Tarihi: Mayıs, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Osmanlı’da çocuk olmak ne demekti? Çocuklar nasıl yetiştirilir, nasıl okula başlar ve nasıl bir eğitim alırlardı? Ahmet Rasim Falaka’da kendisinin çocukluktan ilk gençliğine uzanan hatıraları eşliğinde bu soruların cevaplarını verir. Fatih’teki Sofular Mektebi’nde başladığı ve Darüşşafaka’da tamamladığı eğitimini anlatırken bir yandan da 19. yüzyıl İstanbul’unun gündelik hayatını ve çocukluğunu tasvir eder. Reşat Ekrem Koçu’nun ifadesiyle, Ahmet Rasim’in yazılarında İstanbul, manzaraları ve insanlarıyla sesli ve renkli bir film halinde akar. Falaka da bu filmin en renkli sahnelerini barındırıyor.

Ahmet Rasim (1865-1932): İstanbul üzerine yazdığı yazılarıyla “Şehir Mektupçusu” unvanını alan Ahmet Rasim, Türk edebiyat ve gazeteciliğinin oldukça üretken ve şöhretli simalarındandır. İstanbul’da doğan Ahmet Rasim, babası henüz o doğmadan evi terk ettiğinden annesi Nevber Hanım tarafından ve eniştesinin de yardımlarıyla oldukça zor şartlarda yetiştirildi. Mahalle mekteplerinde başlayan öğrenim hayatını Darüşşafaka’da tamamladı. Kendi çabasıyla Fransızca öğrendi. Posta ve Telgraf Nezareti’nde memur olarak çalışırken bir yandan da Ahmet Mithat’ın gazetesi Tercüman-ı Hakikat’te yazmaya başladı. Hüseyin Rahmi’yle Boşboğaz adlı mizah dergisini çıkardılar. Savaş muhabirliği de yapan Ahmet Rasim, Balkan Savaşı sırasında Sofya’ya, Birinci Dünya Savaşı’nda da Romanya cephesine gitti. 1927’de İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. Küçük yaşlardan beri ilgi duyduğu müziği Darüşşafaka’da öğrenciyken Zekai Dede’den aldığı musiki dersleriyle geliştirdi. Pek çoğunun güftesi kendisine ait olan altmıştan fazla şarkı besteledi. Yazarlık mesleğini hayatının sonuna kadar sürdüren Ahmet Rasim hikâye, roman ve hatıra türlerinden gazete yazılarına, tarih ve okul kitaplarına kadar çok çeşitli alanlarda eserler ortaya koydu. Herhangi bir edebi akıma girmemiş, siyasi ve edebi tartışmalardan uzak, halkı bilgilendirmeyi amaç edinmiş yazarlardandır. Ceride-i Havadis, Basiret, Tasvir-i Efkâr, Sabah, İkdam, Akşam, Cumhuriyet gibi gazetelerde gözleme dayalı, İstanbul hayatını bütün renkleriyle yansıtan, yalın ve güzel Türkçesiyle yazdığı yazılarla şöhret bulmuş, sevilerek takip edilmiştir.


Yorumum:

Merhaba,
Her ayın başlangıcında olduğu gibi, bu ayda ağır aksak okumalara başladım bakalım. Nedense her ayın ilk paylaşımları ağır ağır geliyor. Son günlerde ise bir güne iki adet gönderi paylaştığım bile oluyor.

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğum Ahmet Rasim'den okula yani mahalle mektebine ve ardından Darüşşafaka'ya gitmesinin anılarından oluşan Falaka kitabını bitirip geldim. #türkklasikleriserisi17

İsmi bile insanı ürküten kitapta yazarın o yıllarda falakadan ne kadar korktuğunu, seyrederken bile dayağı yemiş kadar etkilendiğini okuduk. Osmanlı'daki eğitim ve okulların sistemini çok ayrıntılı gördük. Dayaktan ölen çocuklar olduğunu okumak ve buna karşın hocaların bu çocukların ölümlerinden ceza almadan işlerine devam ettiğini okumak bende çok kötü etkiler bıraktı. Darüşşafaka'da bile dayağın olduğunu okumak içimi sızlattı.

Yazarın akıcı üslubu ve günümüz Türkçe'sine ustaca çevrilmesi sayesinde rahatça okundu bitti.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.

Safveti Ziya - Salon Köşelerinde


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Nuri Akbayar

Basım Tarihi: Nisan, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Safveti Ziya’nın ilk romanı olan Salon Köşelerinde 1898’de Servet-i Fünun dergisinde tefrika edilmiş, sansürün hışmına uğramıştır. Yazar, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra sansürün çıkardığı bölümleri ekleyerek, romanını asıl biçimiyle 1912’de kitap olarak yayımlamıştır. Otobiyografik özellikler de taşıyan Salon Köşelerinde yüzyıl başında gündelik yaşamdaki Batılılaşmayı yansıtması açısından önemli bir eserdir. Tahir Alangu’nun nitelemesiyle “Türkiye’de yabancı aileler çevresindeki bir Türk’ün yaşayışını tasvir etmesi bakımından bütün o dönem romancılarının eksik bıraktıkları bir tarafı başarıyla tamamlamaktadır.”

Safveti Ziya (1875-1929): Servet-i Fünun edebi topluluğuna bağlı roman, öykü ve oyun yazarlarındandır. Tanzimat dönemi maliye ve evkaf nazırlarından Musa Safveti Paşa’nın torunu, Maadin (madenler) Müdürü Ahmet Ziya Bey’in oğludur. Dedesi ve dedesinin babası Kırımlı Ebubekir Rıfat Efendi şairdi. Safveti Ziya İstanbul’da doğdu. 1892’de Mekteb-i Sultani’yi bitirdi. Hariciye Nezareti’nde kâtip olarak başladığı resmi görevinde Cumhuriyet döneminde teşrifat umum müdürlüğüne kadar yükseldi. Bir ara Şûra-yı Devlet üyeliğinde de bulundu. 1929’da Büyükada’da Yat Kulübü’nde verilen bir baloda kalp sektesinden öldü. Edebiyat yaşamına Servet-i Fünun dergisinde öyküler yazarak başlayan Safveti Ziya’nın ilk romanı Salon Köşelerinde 1898’de gene bu dergide tefrika edildi. Aynı yıllarda Yıldız Böcekleri adlı romanı Resimli Kitap dergisinde tefrika edilmeye başlandıysa da yarım kaldı. Servet-i Fünun döneminde kaleme aldığı öykülerini Bir Tesadüf, Bir Safha-i Kalp, Hanım Mektupları ve Kadın Ruhu adlarıyla kitaplaştırdı. Bundan sonra yazdığı öykülerini ise Silinmiş Çehreler Beliren Simalar adlı kitapta topladı. 1890’larda Beyoğlu’ndaki eğlence dünyasını konu aldığı Haralambos Cankiyadis adındaki oyunu döneminde beğenildi ve tiyatro tekniği bakımından da başarılı bulundu. 1911’de Ziya adıyla bir de günlük gazete çıkaran Safveti Ziya’nın son kitapları olan Adab-ı Muaşeret Hasbihalleri ile Nasıl Giyinmeli ise Hariciye Nezareti’ndeki görevinin bir uzantısı olduğu kadar edebi eserlerine de yansıyan yaşam biçiminin bir ifadesi sayılabilir.


Yorumum:

Merhaba,
Yılın son günlerinde geri sayım başladı yeni yıla doğru. Bende artık son yorumları son paylaşımları planlarken eldeki gün sayısının yetmeyeceğini düşünerek bu vakitte bir yorum yazayım da yetişsin Aralık ayı etkinlikleri dedim.
Safveti Ziya'dan Salon Köşelerinde yorumuyla geldim bu akşam. @okuyan_kadinlar_kulubu #türkklasikleriserisi etkinliği ile okuduk bu eseri.
Birazcık kitabı anlatarak bir yorum olacakki, rahatsız olabilecek olanlar varsa bu cümleden sonrasını okumasın.
Zaten kitabın başı hikayenin sonu ile başladığından aslında spoiler vermek gibi de olmayacak. Kitabımızın başında Şekip ölmüş ve kendi hikayesini yazmış arkadaşına göndermiştir.
Şekip işgal altındaki İstanbul'da yaşayan (ki bunu kitabın sonunda anlıyoruz) sürekli bu şehirdeki yabancılarla yemekler ve danslı toplantılarda vakit geçiren, eğitimli ve popüler bir Türk gencidir. Dans etmeyi pek sever ve yeni dansları yabancı hanımlar ona öğretmek için özel toplantılar bile düzenlerler. Ve bir toplantıda Lydia ile tanışır ve o andan itibaren, bu yumuk yüzlü, süzük gözlü, minimini elleri olan Lydia'ya önlenemez bir şekilde aşık olur. Lydia Şekip'le alay eder görünmekle birlikte küçük sinyallerle onun kendisinden kopmasını da engellemektedir. Bir naz bir naz sormayın gitsin.
Zamanla iki genç yakınlaşır. Şekip içten içten büyük bir aşk yaşamaktadır ki Lydia ailesi ile ülkesine dönmek için ani hazırlıklara başlar. Şekip'e de gelmesini söyler ama Şekip bir silkinir ve (burası beni çok şaşırttı, kitap boyunca valsle vakit geçiren, Lydia'dan başka bir şey düşünmeyen Şekip birden milliyetçi bir Türk genci oluyor) "vatan mahvoluyor, biz esaret zincirleri altındayız..." şeklinde konuşmaya başlıyor.
Bu şekilde kitabı anlattığım için kusura bakmayın, huyum değildir normalde ama tüm kitabın içeriğinden sonra sonu beni gerçekten şaşırttı. Şekip'in vatan sevgisi değil şaşırtan, kitap boyunca bu konu geçmemişken birden konunun buraya gelmesinden dolayı.
Bu kitap bana Osmanlı İstanbul'unun bu yüzü hakkında hiç bilgi sahibi olmadığımı gösterdi.
Yeni bir yorumda görüşmek üzere 💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi için yazmış olduğum yorumdur.

28 Mayıs 2020 Perşembe

Stefan Zweig - Korku

Merhaba,

Sabah 5.30'da kalkıp, balkonun camlarını açıp akasya  ve ıhlamur kokusunu derin derin içime çektim. Ve düşündüm. Son yıllarda ne güllerin kokusunu alabiliyordum, ne akasyanın ne de mis gibi adını bilmediğim otun, çiçeğin, ağacın. Sebep egzoz kokusu ile dolan burnumuzun koku algısı gittikçe azalmış. Şimdi haftanın tek dış aktivitesi markete giderken önce apartmanın bahçesindeki gül kokuları karşılıyor beni, sonra kentimizde bolca olan ıhlamurlar ve akasyaların kokusu bir meltem gibi usul usul geliyor. Buradan nasıl kitaba bağlayacağım tahmin etttiniz mi?

Evet korona virüsüne yakalanma korkusuyla evlere kapandığımız şu günlerde, hepimiz korku duygusunu çok yakından tanıdık, hissettik. Belki konu olarak bize uzak olan bir korku yaşıyor kitabın kahramanı ama  temel olarak korku ele alındığında neye karşı duyarsanız duyun hemen hemen aynı aşamaları yaşıyoruz. 

Irene önce panik oluyor, farkettirmemeye çalışsa da allak bullak oluyor, eli ayağına dolaşıyor. Sonra farkındalık yaşıyor, daha önce hayatında olan ama değer vermediği şeyler dikkatini çekiyor, aslında ne kadar güzel bir hayatı olduğunu bunu amaçsızca, savurganca yaşadığının farkına varıyor. Sonra çaresizlik hissediyor. Elinden akıp giden hayatı ve tutamamanın, düzeltememenin ızdırabını yaşıyor.

Ben bir son yazmıştım Irene'e ve o sona doğru hızla ilerlerken birden yazar beni şaşırttı. Hiç böyle bir son beklemiyordum doğrusu.

İnsan psikolojisinin yine derinlerine daldım bu kısacık kitapta. Kitap başka bir şey antlattı ben başka bir şey düşündüm. Yorumu yazarken bazen birinci çoğul şahıs kullanıyorum bunu farkettim. O kişi kim bilmiyorum🤣. Ama şunu söyleyebilirim her ne kadar @okuyan_kadinlar_kulubu #heraybirmodern etkinliği için okumuş olsam da tek okudum. Biz kimiz🤷‍♀️ arada kaçıyor yorumda tırsıyorum kendimden😱

Görüşmek üzere🥰

23 Mayıs 2020 Cumartesi

Mayalı Poğaça


Merhaba,

Mutfak maceralarımı daha önce özetlemiştim. 30 yaşa kadar mutfakta malzemelerini annemin hazırladığı çorbayı karıştırmak, içini annemin hazırladığı dolmayı sarmak, hamurunu ve açmasını annemin hazırladığı mantıyı kapamak dışında bir işlevi olmayan annemin yoğun zamanlarında devreye soktuğu bir nevi otomatik yamak gibi bir şeydim. Bu yemekler nasıl yapılıyor, içine ne giriyor, ne ben sorardım ne annem anlatırdı.  

Sonra hayat beni doğduğum şehir Ankara'da bir otelde Ön Kasa Şefiyken önce Ağrı'ya öğretmen olarak gönderdi, kendi evimde yemek yapmaya başladım. Sonra evlendirdi. Misafirlerime omlet kıvamında kekler ikram ettim (neden ikram ediyorsun, yenisini yap değil mi). Sonra bir meslek lisesinin mutfak atölyesinde öğretmen olarak atadı (o sırada artık geneli el işine dayalı, bir blogda yemek tariflerine de yer veriyordum, şimdiki gibi).

Sonuçbugün mutfağa girdiğimde %90 başarılı olurum. %10 luk kısmı nazar payı bıraktım.

Bugün bir poğaça tarifi vereceğim. Aslında benim klasik tarifim yumuşacık olmasından ve kolay yapılmasından dolayı Sodalı Poğaça'dır. Onun burada tarifi yok, daha sonra yazarım. Buraya da link atarım. Ama malum koronadan dolayı sadece haftada bir market alışverişi yaptığımdan bir şişe sodayı saklamıştım poğaça yapmak için. Kızım da onu bulup içmiş, bir mayala yan yana durduğu halde. Bende poğaça yapmak için o kadar şartlandırmışım ki kendimi, alternatif tarif arayışlarına girdim. Öncelikle tariftekinden farklı davrandığım için kendi uyguladığımı vereceğim, sonuçta başarılı bir sonuç aldım. Aslında tarif hep ikinci planda önemli olan teknik diyorum.

Aşağıdaki tarif orijinal tariften farklıdır, ölçüler azdı, çoğalttım, bazı yerleri kendime göre tamamen farklı yaptım. 

Malzemeler ve Yapılışı: (malzemeleri oda sıcaklığına gelmeleri için önceden buzdolabından çıkarınız)

Ön Mayalama (bu mayalama şekli son iki yıl sanırım  karşıma çıkan bir teknik, varsa bile eskiden yazmıyorlardı, ilk kim yazdıysa sağ olsun)

1,5 çay bardağı ılık su,
1 paket instant maya 
1,5 yemek kaşığı şeker bir tel çırpıcı yardımıyla maya eriyene kadar karıştırılır

Maya eriyince yaklaşık 1,5 çay bardağı un kontrollü olarak bu karışıma eklenir ve kek kıvamına gelinceye kadar karıştırılarak, üstü kapatılır.

15 dakika mayanın aktifleşmesi için bekletilir. 

(Ben kapaklı mayalama kabı kullanıyorum, son derece pratik oluyor. Mutfakta olması gerekenlerden).

İkinci aşama:

-75 gr tereyağını tavada çok ısıtmadan eritelim (hatta kaynayan bir suyun üzerinde benmari gibi eritilebilir)
- Tereyağının içine 1 çay bardağı sıvı yağ
-1,5 çay bardağı süt
-2 yemek kaşığı yoğurt
-2 yumurta akı, bir yumurta sarısını (1 yumurta sarısını üzeri için ayırıyoruz) ekleyip karıştıralım ve mayalı karışımla karıştıralım (silikon ya da tahta spatula ile) 
(burada bir püf noktası söyleyeyim karışım una doyma noktasına gelene kadar elinizle yoğurmaya hiç gerek yok, spatula ile yapabildiğiniz yere kadar devam edin)

- Aldığı kadar unu kontrollü bir şekilde ilave edin, 

- İlk un eklemesinden sonra 1 tatlı tuzu ilave edin. (ben tuz ve mayayı direk karşılaştırmıyorum hamur işi yaparken unun arasında çaktırmadan ilave ediyorum)

Ele yapışmayan güzel bir hamur oluyor. Bu hamuru üzerini kapatarak en az 40 dakika mayalıyoruz.

Şekillendirme:

İç harcını ben beyaz peynir olarak kullandım, tercihinize göre farklı harçlar kullanabilirsiniz

Öncelikle hamurdan istediğiniz büyüklükte bezeler alarak tezgahınıza hepsini hazırlayın

Sonra bezelerinizi elinizde hafifçe açarak iç harcınızı koyun ve şekillendirin (ben yuvarlak yaptım ama piştikten sonra fark ettim ki pastane poğaçası şeklinde şekillendirmeye yakışacak bir hamurmuş.

Tepsi konusunda bir ara not düşmek istiyorum. Eğer yapışmaz tepsilerden kullanıyorsanız yağlı kağıt kullanmaya gerek bile yok, yağlı bir hamur. Yapışmıyor. Ben bir tepsiyi yağlı kağıtla, birini direk kullandım. Sonuç aynı.

Hepsini şekillendirdikten sonra ayırdığımız yumurta sarısına biraz hafifletmek amacıyla 1 tatlı kaşığı yoğurt koyarak hafifçe karıştırıyoruz ve bir fırça yardımıyla poğaçalarımızın üzerine sürüyoruz. 

Bir 30 dakika tepsi mayası yapıp önceden ısttığımız fırınımızda 200 derecede pişiriyoruz. Dakika tutmadım herkesin farklı fırın randımanı var benimkinde yaklaşık yarım saat. 

Kolay gelsin, afiyet olsun. 

21 Mayıs 2020 Perşembe

Seçil Çömlekçi - Bizimkisi Bir Ah Hikayesi


Merhaba,

❤Bugün sayfamın konuğu kahkahası bol, ilaç gibi bir kitap. Seçil Çömlekçi'den Bizimkisi Bir Ah Hikayesi. 

💛Kızımız Bade, pek çok aşk acısı çekmiş, evliliğe bir türlü yaklaşamamıştır. Son sevgilisi Arda'yı tehdit ve baskıyla tam evlenme teklif etmeye ikna (!) etmiştir ki, kurulmamış yuvanın bozucusu birinin omuz darbesiyle Arda ve elindeki yüzük toz olup uçuverir. Şanssızlığın böylesi😱

🤎Bade kötü talihin sebebini düşünürken aileden birinin ah'ının ona miras kaldığına inanır ve araştırmaları onu ebesine götürür. Ve ebesinin torunu (ki bu kim söylesem çok şaşırırsınız, o yüzden söylemiyorum) ile konuyu araştırmak için köylerine doğru bir yolculuğa çıkarlar. 

💜Bu yolculukta Bade torun beyin gözünden başlayarak bütününe doğru bir fark edişe doğru ilerler. 

💚Çok sık yüksek sesle kahkaha attığımı fark ederek okudum. Ve daha çok güldüm. Çünkü Bade kesinlikle bunu yapar diye tahminde bulunabileceğiniz bir karakter değil, hatta başkası adına utanma huyunuz varsa Bade yaparken siz saklanacak köşe arayabilirsiniz.

💙Arada yer verilen bir iki olayla, aslında Bade'nin başkalarının acıları karşısında duyarlı bir birey olabildiğinin işareti verilmiş olsa da kendi söz konusu olduğunda o davranışlar, konuşmalar🤣

💕💕💕yazarımız @secilcomlekcii ye bu güzel hediyesinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Kaleminiz daim, bizim kahkahamız bol olsun.

Not: Tam bir yaz kitabı, sahiller haziranda açılacak deniyor, plaj çantanıza atıp, denizin tadını çıkarabilirsiniz sosyal mesafe sınırlarında🏖🌊😷🩱⛵

Görüşmek üzere 🤍🖤💙💚💜🤎💛❤ 

15 Mayıs 2020 Cuma

Lidya Nasman Kitapları


Lidya Naman Kitapları



Yazarın güncel yazılarına sitesinden ulaşabilirsiniz.

Lidya Nasman - Gölgelerin Güncesi


#1kitap3kapak

Konusu:

Bütün olan bitenleri ve gelecekte olacakları değiştirebilecek gücün olsaydı ilk neyi değiştirirdin? Kendini mi yoksa başkalarını mı? Cevap verirken cesur ol! Başına gelenlerden sen mi sorumlusun yoksa başkaları mı? Kimseye göstermek istemediğin bir yüzün var biliyorum. Benim de var.

Carl Jung kendimize sakladığımız bu karanlığa ‘Gölge arketipi’ diyor. Kendi içimizdeki çatışmayı ve bastırılmış kişiliğimizi temsil eden, aydınlığa çıkmasını istemediğimiz, herkesten saklamak için çaba sarf ettiğimiz karanlık tarafımız… Gölgemizi baskılayıp görmezden geldikçe, içimizdeki karanlık o kadar yıkıcı ve tehlikeli bir hal alıyor. Kendimizi görmezden geldikçe bir yabancıya dönüşüyoruz ve bunun farkına bile varmıyoruz. 

Ne yazık ki hayal ettiğin ve olmak istediğin kişi değilsin. Ben de değilim. Hiçbirimiz değiliz. Şimdi tekrar soruyorum. Bütün olan biteni ve gelecekte olacakları değiştirebilecek gücün olsaydı ilk neyi değiştirirdin? Sen düşünürken ben cevap vereyim. Hiçbir şeyi. Çünkü henüz gölgemle yüzleşecek cesaretim yok. Önce hiç peşimi bırakmayan karanlığımın adını koymam lazım. Kim olduğumu, neden dünyada olduğumu bulmam lazım. Sen de cevap verirken acele etme. Çünkü gölgenin adını koymak için önce içindeki seni kabul edecek cesaretin olması gerekir.


Yorumum:

Merhaba,

İlk kitabı Aklı Üç Karış Havada'da kurguyu ve anlatım tarzını çok beğendiğim @lidyanasman ın ikinci kitabı Gölgelerin Güncesi'ni bitirdim.

Kitap 3 ayrı kapakla piyasaya sunulmuştu. Ben kapağımı seçerek almadım. Zaten kitapları almadan arka kapağı okumadığım için (bitirince okuyorum), kapaktakiler kimdir bilmiyordum. Kapakta yer alan kişilerin kim olduğunu okuma yolculuğum sırasında öğrendim. Ama söylemeyeceğim. Bence sizde arka kapak okumayın ve kitabınız bir sürpriz olarak okurken ilerlesin.

Kitabımız bir polisiye roman. Komiser Kaan Baylem, karısı Sıla ve kızı Mısra'ya son derece bağlı biridir. Hatta ikisini bir arada tutan faktördür. Karısı halk arasında medyum olarak adlandırılabilecek bir ritülel mentördür ve küçük yaşta istimara uğramış ve bir türlü bunu tam olarak atlatamamış biridir.
Kaan Baylem ve ekibi bir süredir seri cinayetlerle ilgilenmekte ama ne olaylar arasında bir benzerlik, ne de katil hakkında bir ipucu bulabilmektedirler. Seri olduklarını bilmelerinin nedeni aldıkları e-postalardır.

Araştırmalar ve tesadüfler onları sonuca ulaştırınca acaba ulaşılan aydınlık onları mutlu edecek midir? Ya okuyucuları... Ayrıca "katili biliyorum" cümlesinden sonra kitabı biraz kapatıp düşündüm. Katil kim acaba diye? Bulamadım.

Yine Lidya Nasman'ın bu kitabında da kurguyu çok beğendim. Anlatım son derece sürükleyici ve tek üzüldüğüm nokta aslında kitap tam doyurucu olsa da ritüeller konusunda daha uzun yazılabilirmiş. Çünkü ben bu konuları çok merak ediyorum (ki daha önce yazara sorduğum bir sorunun cevabını bu kitapta buldum)

Ayrıca dünya, insanlar, insanların doğaya zulmü vb konularda bugünlerde sosyal medyada ve ben seyretmiyorum ama belki televizyonlarda sıkça duyduğunuz bu dünyanın virüsü insandır, insan doğayı kendi haline bıraktığında dünya kendini onaracaktır cümlelerine rastlamak, severek takip ettiğim yazarı biraz daha sevmemi sağladı. Çoğu insanın korona sayesinde varmış olduğu bu bilince zaten sahip ve koronanın adı bile bilinmezken (belki üretildiği laboratuvardan henüz kaçmamışken) yazdığı bir kitaba bu cümleleri sığdırabilmiş👏🏻👏🏻 Biliyorum 2. kitap henüz yeni ama ben merakla 3. kitabı bekliyorum.

Görüşmek üzere💕

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

12 Mayıs 2020 Salı

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Hacer Er

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Muhsine geçimini sağlamak üzere şehrin epey dışındaki bir köşke hizmetçi olarak gider. Bu “netameli” köşkün sakinleri arasında çalışanları ve delirdiği söylenen zengin hanımının yanı sıra türlü çeşit periler, yaratıklar, bir de gulyabani vardır. Muhsine, sonunda öldürülmek, delirmek, iyi saatte olsunlara karışmak ihtimalleri olmasına rağmen merakını susturamaz ve kapalı kapıların ardına geçer. Hüseyin Rahmi cin, peri, cadı gibi doğaüstü varlıkları konu edinerek masalın romana, romanın masala dönüştüğü bir teknikle halkın batıl inançlarını ele alır. Ve bizi bütün bu tuhaf yaratıkların, garip mahlûkatın ötesinde yaptıklarıyla daha şaşılası, daha acayip bir varlıkla tanıştırır: İnsanla. Baştan sona heyecanla okunan Gulyabani, o devir İstanbul halkını bütün özellikleriyle yansıttığı gibi bilmeceleri, tekerlemeleri, mahalli kelimeleriyle de Türkçenin en güzel örneklerini barındırır.

Hüseyin Rahmi Gürpınar (1864-1944) 

Dönemini ve çevresini romanlarında yaşatıp, genç yaşlarından itibaren geniş halk kitlelerince sevilerek okunmuş Hüseyin Rahmi, edebiyatımızın benzeri az bulunur şahsiyetlerindendir. Kitaplarında İstanbul yaşamının özel inanışları, toplumsal ve ekonomik eşitsizlikler, kadın erkek ilişkileri gibi konular halkın özgün konuşma biçimleri korunarak, çok defa gülünç, bazen hüzünlü olarak işlenir. Romanımıza “mahalli renk” ilk kez onunla girer. Yazarlık yaşamına 1883’te Tercüman-ı Hakikat gazetesinde başlar. 1896’da İkdam gazetesinde roman ve öyküleri tefrika edilirken üne kavuşur. Döneminin en çok okunan yazarı olur. Tüm kazancı yazarlıktan gelir. Bu sayede Heybeliada’da şimdi müze olan köşkünü alır. 1908 Meşrutiyet’inden sonra Ahmet Rasim’le Boşboğaz adında bir mizah gazetesi çıkarır. İlk soruşturmaya böylelikle uğrar. Gazetesi kapanır. İkinci kez Ben Deli miyim? romanıyla mahkemelik olacak ve yine beraat edecektir. Çoğu roman olmak üzere öykü, tiyatro, makale ve eleştiri türünde altmışın üzerinde kitabı bulunmaktadır. 


Yorumum:

Bugün @okuyan_kadinlar_kulubu ile okuduğumuz, okurken birbirimizi korkuttuğumuz ve beraber güldüğümüz bir kitapla geldim.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan Gulyabani. Benim yayınevi tercihim günümüz Türkçesinden dolayı @isbankasikulturyayinlari oldu. Ama etkinliklerimize istediğiniz yayıneviyle katılabilirsiniz.
Kitabımıza gelince; Muhsine talihsiz bir evlilik yapmış kimsesiz bir kadındır ve işe ihtiyacı vardır. Annesinin bir arkadaşı ona sıkı ağızlı olması şartıyla bir konakta iş bulur. Ve dağlar aşarak kuş uçmaz kervan geçmez bir yere götürür. Ve Heidi'nin teyzesi misali Muhsine'yi orada bırakarak kaçar. Muhsine evin iki hizmetkar kadınından tekin olmayan ev hakkında uyarılar alarak, geceleri cinlerin, perilerin, tüylü ve gulyabanilerin cirit attığı konakta yaşamaya başlar.

Evin türlü cins sakiniyle karşılaştıkça "sana edecek bedduam kalmadı Ayşe kadın" diyerek annesinin arkadaşının sık sık kulaklarını çınlatır.

Fakat ne çare mecburen kilitli tutulduğu bu hayata uyum sağlamaya başlar ve periler bunu pek sever. Ah bununla kalsalar ya, kalmazlar efendim.

Neyse devamı kitapta diyor, tekerlemeleri çok beğendim diyorum. Hatta bir tanesini kendime uyarladım. "Benim adım dendenak... " okuyanlar devamını biliyor neyse. 😉

Türk klasikleri, özellikle Hüseyin Rahmi Gürpınar tavsiyemdir. Hiç sıkılmadan bir çırpıda okurken, o dönemin yaşantısına, düşünce tarzına bir kapı aralayacaksınız.
Görüşmek üzere 👻🤣

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Ahmet Mithat Efendi - Dolaptan Temaşa

Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Ömer Aslan

Basım Tarihi: Şubat, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Ahmet Mithat’ın “Maksadımız yeniçeriliğin mevcut olduğu zamanlardaki eğlencelerin bazılarını anlatmak” diye bahsettiği Dolaptan Temaşa’da pek de bilmediğimiz yaşayışıyla bir dönemin kapıları aralanıyor. İstanbul’un mahalle kahveleri, “helva sohbetleri”, giyim kuşam ve âdetleri, hatta eşyasıyla... Kısa, ancak oldukça zengin içeriğiyle roman Behram Ağa, Dilber Leyla, Yeniçeri Zorlu Mustafa ve Paşalı Ahmet Ağa karakterleri arasında gelişen komedi ve gerilim unsuruyla bezeli, cinayetlere varan olayları konu alıyor.

Ahmet Mithat Efendi (1844-1912)

Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarındandır. Gazetecilikle başladığı yazı hayatına hikâye ve roman yazarlığını da ekleyerek çeşitli alanlarda sayısı yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gördüğünden ansiklopedik bilgilerle dolu eserlerinde okuyucuyla daima diyalog halindedir. Sofya’da Tuna gazetesinde önce yazar, daha sonra başyazar olarak gazeteciliğe adım atar. Mithat Paşa’yla gittiği Bağdat’ta ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin de bulunduğu oldukça geniş kültürlü bir çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Tahtakale’deki evinde kendi matbaasını kurup kitaplarını yayımlamaya başlar. Bir yandan da yayımladığı Devir, Bedir, Dağarcık, Kırkambar gibi gazete ve dergilerle gazeteciliğe devam eder. Yazılarından dolayı Abdülaziz yönetimi Namık Kemallerle birlikte onu da sürgüne gönderir. Üç yıl süren Rodos sürgününde çocuklar için bir okul açarak ders vermeye başlar ve ilk romanlarını yazar. İstanbul’a döndüğünde çeşitli memuriyetlerde bulunur ve Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i kurar. Hemen her konuda, üstelik yeni tekniklerle de yazan Ahmet Mithat’ın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum:

Ekim 2019 itibariyle @okuyan_kadinlar_kulubu nün #türkklasikleriserisi kitabını okuyup bitirmiş bulunmaktayım.

İş Bankası Kültür Yayınları öyle bir hızla seriye devam ediyor ki, yıllardır okuyalım deyip ama bir türlü başlamadığımız Türk klasikleri bu sayede su gibi okunup gidiyor, niyeyse ihmal ettiğimiz edebiyat eserlerimiz kıymetini buluyor.

Kitabımıza gelince, ilk başlarda bu kitabın konusu nereye bağlanacak derken, birden şaşırtıcı bir şekilde olayların gelişmesi ile sonun nasıl geldiğini anlayamadan bitti.

Yıl 1826'dan önce çünkü o tarihte yeniçerilik kaldırıldığı ve kitapta bir yeniçeri olduğuna göre. Ve o dönemde sosyal hayatın kadınların evde oturup, erkeklerin gece hayatının ilginç detaylarını okuyarak bu kitapla aydınlanmış oluyoruz😖 Behram Ağa yağlıkçı (eskinin peçetesi) esnafından yaşını başını almış bir adamdır. Bir gün arkadaşları ile rakı içmek için bir Yahudi meyhanesine giderler ve biz bu arada dönemin yaşayış tarzı hakkında epey bilgi sahibi oluruz. Arkadaşları teker teker masadan kalkarak ona hesabı bırakıp kaçınca Behram Ağa kendine yapılan oyunu anlayıp, helva sohbetinin yapılacağı eve gitmeye karar verir. Bu arada helva sohbetleri gece geç vakit evlerine gitmek yerine erkeklerin toplanıp birbirlerine garip şakalar yaptıkları toplantıların adı😳 Ama Behram Ağa bilmediği bir mahallede olduğundan yanlış bir eve düşer (evet gerçekten yuvarlanıp düşüyor) ve esas olay burada başlar. Ahh o kedi yok mu kedi her şeyi o belli etti diyorum ve susuyorum😼

Esas kitabın son bölümünde güzel bir ders vardı. Sır tutmak. Günümüzde artık pek kalmayan, herkesin bak ben ne öğrendim ya da bak ben senin bilmediğin neler biliyorum diyerek kendilerine dertleşirken verilen sırları ortaya saçan insanların iki yüzlülüklerine ders verir nitelikteydi. Allah yolumuzu böyle insanlardan ayrı tutsun diyerek cuma duasını yaparak yorumuma son veriyorum.
Görüşmek üzere 🥰

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Muallim Naci - Ömer'in Çocukluğu


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Kaan Tanyeri

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu: 

Muallim Naci, nam-ı diğer Ömer, sekiz yaşına kadarki çocukluk hatıralarını pek sevimlice, neredeyse o yaşından anlatıyor. Babası, abisi, annesi, kedisi Fındık, Hoca Efendi, mahalledeki komşular... Bir çocuğun çevresindeki herkes var bu anlatıda. Sokakta karşılaştığı köpeğin saldırması üzerine yaşadığı korku, eve alınan oğlakla bahçede geçirdiği keyifli vakitler, oynarken düşüp yaralanması, babasıyla ders çalıştığı saatler, mektepte falakaya yatıran Hoca Efendi’den ve karanlıktan korkusu, bilmediği bir yerde kaybolduğunda duyduğu çaresizlik... Muallim Naci, hepimizin çocukluğundan tanıdığı bu duyguları öyle canlı anlatıyor ki tek başımıza gidemeyeceğimiz bir mazinin içine bizi bırakıveriyor; üstelik eski İstanbul da semtleri ve yaşayışıyla yanımızda olarak.

Muallim Naci (Ömer) (1850-1893) 

Muallim Naci, Saraçhanebaşı’nda saraçlık yapan Ali Bey ile Fatma Zehra Hanım’ın oğulları olarak Fatih’te dünyaya geldi. Babasının vefatı üzerine annesi ve kardeşleriyle Varna’ya, dayısının yanına yerleştiler. Fatih Fevziye Mektebi’nde başlayan eğitimine Varna’da devam eden Naci, bir yandan medrese eğitimi görürken bir yandan da özel hocalardan Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. Hattatlıktan icazet aldı. Muhayyelat-ı Aziz Efendi romanındaki Naci karakterinden etkilenerek bu adı kendisine mahlas olarak seçti ve ilk şiirlerini de Naci mahlasıyla bu dönemde yazdı. Tercüman-ı Hakikat’e şiirlerini gönderen Naci, Varna’dan İstanbul’a döndüğünde bu gazetenin edebi sütunlarını yönetmeye başladı. Burada yayımladığı eski tarz şiirler eski-yeni tartışmasında bir kutuplaşma yarattı ve gazetenin sahibi Ahmet Mithat’ın tepkisini çekti. Arkadaşlarıyla beraber gazeteden ayrılan Muallim Naci Saadet ve Mürüvvet’te yazılarını yayımladı; Mecmua-i Muallim dergisini yönetti. Mekteb-i Sultani ve Mekteb-i Hukuk’ta edebiyat öğretmenliği yapan Muallim Naci, Tanzimat Dönemi edebiyatımızın meşhur ve önemli simalarındandır. Yeni kültüre sahip, milli değerlere bağlı, edebiyatta eskiyi savunur görünmekle beraber dilin sadeleşmesi ve edebiyatın yenileşmesine hizmet etmiş bir yazardır. Şairliği, sözlük çalışmaları, çevirileri ve yazarlığıyla Tanzimat edebiyatının yine çok yönlü isimlerinden olan Muallim Naci’nin seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikleri Dizisi’nde yer vermeyi sürdüreceğiz.


Yorumum: 

@okuyan_kadinlar_kulubu nün Eylül 2019 #türkklasikleriserisi kitabı Muallim Naci'den Ömer'in Çoculuğu idi.

Ömer yazarın kendisi. Çocukluğuna ait hatırında kalmış bölük bölük anıları aklına geldiği gibi yazmış. Büyüklerin hiç düşünmeden yapılan ufak davranışlarının bile çocuk benliğinde nasıl etkiler bıraktığına değinmiş ama en çok da babasının ölümü onda en derin izi bırakmış. 😔

Bir saat gibi bir sürede okunan bir eser. Ah çocuk ah diyerek bitirdim.

Not: instagram hesabım Denden'in Yörüngesi'nde paylaştığım yorumdur.

Mizancı Murat - Turfanda mı Yoksa Turfa mı?


Günümüz Türkçesine Uyarlayan: Birol Emil

Basım Tarihi: Ocak, 2019

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Konusu:

Turfanda mı Yoksa Turfa mı? romanının kahramanı Mansur, tıp eğitimi aldığı Fransa'dan varlığını devlet hizmetine adamaya kararlı bir idealist olarak İstanbul'a gelir. Fakat daha adımını atar atmaz karşılaştığı olaylar, gördüğü manzaralar karşısında şaşkınlığa düşer. Mansur tenkitçi dikkatiyle Osmanlı cemiyet ve devlet hayatını en hurda köşelerine kadar teşhir ederken, Tanzimat'tan beri doğrulmak istedikçe sendeleyen ve nihayetinde yıkılan Osmanlı'nın düşüş nedenleri canlı tablolar halinde gözler önüne serilir. Mizancı Murat okura, zamanın yeni mahsulü Mansur gibilerinin, “İlerde çoğalacak benzerlerinin ilk önceleri, yani turfandaları mıdır yoksa kimsenin beğenmeyeceği cemiyet düşkünleri, yani turfaları mıdır?” sorusunu sordurur.

Mizancı Murat (1854-1917) 

Gazeteci, siyaset adamı, tarihçi ve yazar Murat Bey, Dağıstan'da doğdu. Rüştiye ve idadi öğrenimini burada tamamladı. Rusya'da tıp eğitimi aldıktan sonra 1873'te İstanbul'a giderek Hariciye Nezareti Matbuat Kalemi'nde çevirmen olarak çalıştı. Mekteb-i Mülkiye'de siyasal tarih ve coğrafya dersleri verdi. Darülmuallimin'de hocalık ve yöneticilik yaptı. İttihat ve Vakit gazetelerinde Türk-Rus savaşı ve dış politika konularındaki yazılarıyla kendini gösteren Murat Bey, 1886'dan itibaren çıkardığı Mizan gazetesiyle Osmanlı basınında önemli bir yer edindi. Yazıları nedeniyle gazete sansüre uğrayarak zaman zaman kapatıldı. İstanbul'da ilk örgütlü muhalefet hareketleri başladığında Jön Türkler kendilerine yakın gördükleri Murat Bey'in hareketin başına geçmesini istediler. Sarayın baskısı karşısında 1895'te Paris'e kaçan Murat Bey önce Kahire, sonra Paris ve Cenevre'de yeniden çıkardığı Mizan ve ayrıca yayımladığı siyasi risaleleriyle Avrupa'da ve Türkiye'de büyük tesir uyandırdı. II. Meşrutiyet'in ilanını takiben Mizan'ı tekrar çıkararak eski partisiyle anlaşma ümidini, Avrupa'dan dönmesini affetmeyen İttihat ve Terakki liderleri boşa çıkarınca, o, tesiri 31 Mart hadiselerine kadar uzanan şiddetli bir muhalefete geçmiştir. Olaydan birkaç gün sonra, irtica ve askeri ihtilal çıkarmak suçuyla tutuklanarak ömür boyu kalebentliğe mahkûm edilip Rodos'a sürülür. Midilli'de tamamladığı sürgünlüğünden 1912'de çıkarılan kısmi af üzerine İstanbul'a dönmüş, Peyam ve Peyam-ı Edebi'de yazmaya devam etmiştir.